Altan Murat Ünal

Takva örtüsü

Altan Murat Ünal

İnsanı sıradanlaştıran, ruhbanlığı çağrıştıran yanlış takva algılarından vahyin ifade ettiği gibi halife olan insanı hayatın içine çeken ve çağın öznesi kılan bir takva anlayışına ihtiyacı vardır Müslümanların. Takva rollerine soyunmadan… Takva tüccarlığı yapmadan… Fıtratla çelişmeden… 

İslam’ı Ramazan’a hapsetmek, Ramazan’ı karnaval havasıyla geçirmek değil… Kutsal görülen bazı gecelerde havaya maytaplar atmak, kandil simitleri dağıtmak değil… Sinmiş, susmuş bir takva anlayışı değil… Takke ile tesbih arasına sıkıştırılmış bir takva anlayışı değil… İçi kof, edilgen değil… Sorgulayan, savunan, eleştiren, itiraz eden takva… İlahi sınırları korumada ödün vermeyen takva… 

İslami sorumlulukların hakkını veren… 

Geçiştirmeyen… Zamana yaymayan…

Haya ve iffete önem vererek… Adalet ve şecaate… Nezaket ve zarafete… Kul haklarına… Aksi halde ihlâsın yerini riyakârlık, takvanın yerini nadanlık, gönül zenginliğinin yerini cimrilik ve vicdansızlık alır. Böyle bir toplum ise çürüyüp yok olmaya mahkûmdur.

Hevaya değil takvaya dayalı bir hayat kurtarır ancak insanları, toplumları. Takva örtüsü olmadan ne ruhlardaki bunalım, ne kalplerdeki açlık giderilebilir. Tüm alanlara ve tüm zamanlara takva yansımalı ki o takdirde ancak hayatın anlamlı ve dolu dolu yaşandığından söz edilebilsin. Takva yolundan kaçmak, uzaklaşmak sorumsuzca yaşamak isteyenlerin özelliğidir çünkü.

Müslüman toplumun zorunlu öncülü iman ve takva sahibi kişilerin varlığıdır. İman ve takva sahibi kişiler olmadan Müslüman bir toplumdan söz edilemez. Müslüman bir topluma götürmeyen hiç bir inanç İslami bağlamda bir anlam ifade etmez. Dolayısıyla, Kur’an’ın öngördüğü toplum iman ve takva sahibi insanların çabaları sonunda gerçekleşebilir ancak. İman ve takva sahibi insanlar yalnızca ilk Müslüman toplumu inşa etmekle kalmamış, yaşayan sünnet ve içtihatla İslam medeniyetinin ve Hicri I. ve II. yüzyıllardaki dinamizmin de motor gücü olmuştur. Ancak bu dinamik bireysellik ruh ve anlayışı unutulmuştur maalesef. İslam’ın yeniden inşasında veya toplumun İslamileştirilmesinde atılacak ilk adım bu ruhu yeniden uyandırmaya ve inşa etmeye yönelik olmak zorundadır. Çünkü bu ruh İslami bir toplum oluştururken karşısına çıkan sorunları tarihin otoritesine götürerek ya da bazı eskimiş kurumları ihya ederek değil, Kur’an’ın çizdiği metafizik ve moral değerler çerçevesinde çözecektir.

Dernekler, vakıflar, yardım kuruluşları kurmak yetmez. Uzunca tüzükler hazırlamak, planlar yapmak, konferanslar düzenlemek her şeyin yapıldığını göstermez. Her bir Müslüman’ın sahabeler gibi takvanın peşinden koşması gerek. O zaman ancak vahye tanıklık şeffaf bir şekilde sürdürülebilir. 

Güçlü bir İslami kimlik ve kişiliğin inşası için belki de zorluklar ve olumsuzluklarla sınanacak, çetin süreçlerden geçecektir insan. Böyle bir insan hayatın riskleri karşısında olumlu davranabilme gücünü inancından alır. Dünyanın bir sınav yeri olduğunu, çeşitli acı ve sıkıntılara sabretmenin öldükten sonra karşılıksız bırakılmayacağını ve ödüllendirileceğini bilir. Karşılaştığı zorluklar karşısında Allah’ın gözetim ve korumasında olduğunu düşünür, O’na tevekkül eder, sabikundan olmaya çalışır.

Sabikundan olmak… Allah’ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenlerden olmak yani… Kitaba ve sünnete uyup tebliğ etmekte gayret göstermek… Gerektiğinde canları, malları feda etmek… Ümmetin iyiliği için çırpınmak… 
 
“Gerçekten, Rablerine olan haşyetlerinden dolayı saygı ile korkanlar, Rablerinin ayetlerine iman edenler, Rablerine ortak koşmayanlar ve gerçekten Rablerine dönecekler diye vermekte olduklarını kalpleri ürpererek verenler; işte onlar, hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler.” (Müminun, 57-61)

Yazarın Diğer Yazıları