Altan Murat Ünal

İnsanı farklı kılan merhamettir, vicdandır

Altan Murat Ünal

Vicdan insanın yüreğinden gelen ses, ona kulak verilmediğinde körelen ve bazen sahibinin parmağını kesen keskin bir bıçaktır. Üzeri örtülüp görünmez ve etkisiz kılınmamışsa eğer… “Vicdan, Allah’ın kalbimizdeki sesidir.” diyor, Nurettin Topçu. Vicdan, hak ve hakkaniyeti gözetlemektir. İnsanı farklı kılan merhamettir, vicdandır. İnsandan vicdan çıkarsa geriye ne kalır ki Ötekinin durumunu, acısını kendi içinde duymaktır vicdan. Bu, belki de ilk adımıdır vicdanın. O acıyı gidermek için mücadele etmek de gerekecektir. Bu da vicdani duyarlılığın bir gereğidir. 

Peki, neden insanlar etrafında olup bitenlere karşı duyarsızlaşır ki Binlerce yıldır biriktirilen deneyimler, dini ve felsefi öğretiler insana hep vicdanının sesini dinlemesini, her şeyden önce ahlaklı olması gerektiğini öğretmedi mi 

Kendilerini başkalarının yerine koyamayanlar merhamet etmeyi öğrenemediler maalesef. Büyük çoğunluk doğruyla yanlışın ne olduğunu küçük yaşlarda öğrense de konu kendi zevklerine, konforlarına, çıkarlarına geldiğinde vicdanlarını rahatlıkla askıya almayı becerebildiler. Zaten kuru kalabalıklar da onları alkışlamadılar mı Bir yerlere tırmanabilmek için bazı erdemlerin terk edilmesi gerektiğini öğretmedi mi bu yanlışlar içinde yüzen çoğunluk Bu acımasız yükselme çarkı böyle dönmedi mi Güçlü, zengin, emreden pozisyonunda oldukları zaman tüm övgüler onların olmadı mı Yalnızca övgüler değil, ödüller de, öncelikler de. “Sen yiğitsin”, “Sen güçlüsün”, “Sen şusun”, “Sen busun”, “Sen şöyle olmalısın”, “Sen şu ırktansın” gibi telkinlerle yoğrulan insanlar yeri geldiğinde hangi erdemden vazgeçmediler ki bu kişilerin başkalarının derdiyle dertlenmesi, acılarına ortak olması beklenir mi 

İnsanın aklı ve duyguları ne kadar saparsa sapsın fıtri vicdan asla sapmaz. İşlenen günahlarla, isyankâr tavırlarla ve heveslerin amaç edilmesi gibi içsel nedenlerle fıtri vicdan bozulmaktadır. İnsan bu süreçte heva ve benlik gibi bazı özelliklerin etkisiyle birtakım nesnelerin egemenliğine girmektedir. Vicdanı tamamen bozulmuş bir insan insaniyetini kaybetmiştir; onun aklı ve zekâsı tehlikeli bir canavara dönüşmüştür artık. Bu kişinin tüm davranışları yıkmaya ve zarar vermeye yönelik olacaktır.

Vicdana en büyük zarar veren kuşkusuz alışkanlığa dönüşen kötülük ve günahlardır. Alışkanlığa dönüşen kötülük vicdanın etkisini, gücünü azaltarak onu köreltir. İçindeki sesle karşı karşıya gelen insan ya kendini düzeltmek ya da içindeki sesi susturmak zorunda kalır. İçindeki sesi susturan insanın yanlışları aklileştirmeye çalışmaktan, kendince birtakım savunma mekanizmaları geliştirmekten başka yolu kalmaz. Böyle bir insan kendi aklını da ikna edebilir ve yürüttüğü akıl ile istediği hedefe varmaya çalışabilir.

“Çünkü o düşündü ve bir ölçü tespit etti. Kahrolası, nasıl bir ölçü koydu.” (Müddesir, 18-19) 

Akıl susturulabilir ama vicdanın susturulması pek kolay değildir. Kötülükler, günahlar alışkanlığa dönüşür ve sıradanlaşırsa işte o zaman vicdanın sesi kısılır. Bu da kalplerin paslandığını gösterir aslında.

Kalplerin paslanması, vicdanların körelmesi kötülüklerle olan ilişkilere bağlıdır. Kötülüklere karşı duyulan ilgi ya da onlardan kaçınma vicdanın gücünü belirler. O güçtür, pişmanlık duygusu veren ya da kişiyi kötülükler içinde boğulmaya iten. Hissedilen pişmanlık ne kadar güçlü ise insan o kadar olgunlaşacak ve kötülüklere karşı direnecektir. Ya da insan, kötülüklerle ne kadar sarmaş dolaş olmuşsa o kadar uzaklaşacaktır insanlıktan. 

İnsan kötülük yapmayı ya da kötülüğe seyirci kalmayı bir anda öğrenmez. Çocuklar önce sözle, sonra görüntülerle kötülüklere alıştırılır. Videolarda, bilgisayar oyunlarında şiddetin kol gezdiğini herkes bilir. Öyle ki yaralamanın, öldürmenin, parçalamanın normal, sıradan şeyler olduğu algısı yerleştirilir. Vicdansızlık bu oyunların ilk kuralıdır belki de. Onun için olsa gerek, bir trafik kazası sonucunda kolunu kesmek zorunda kalan oyun kahramanının yanlış kolunun kesilmesi gülünç karşılanır, acı içerisinde kıvranan kazazede önemsenmez. Gerçek hayatta meydana gelen bir trafik kazasında insanların kan ve acı içinde kıvranmaları, inlemeleri, ağlamaları da kayda değer değildir onlar için. Gerçeklik algısı bozulanlardan başka bir yaklaşım beklenemez. Henüz bozulmamış, körelmemiş vicdanlar bu şekilde bozulmakta, körelmektedir maalesef. Oysa vicdanların olup bitenler karşısında harekete geçmesi gerekmez mi Kendini suçlamak, ümitsizliğe düşmek için değil; daha iyi bir insan olmak ve geride güzel izler bırakabilmek için bir vicdan muhasebesine ihtiyaç yok mu İnsanın bulunduğu ana kadar geçen hayatının sağlamasını yapması, kendini sorgulayıp yaptıklarının doğru olup olmadığını gözden geçirmesi,  vicdanının vereceği cevaba göre bir yol belirlemesi gerekmez mi

İnsan, vicdanı kendini doğru yola çağırdığı halde bu sesi önemsemediği takdirde vicdanının sesini sürekli olarak bastırmayı alışkanlık haline getirir ve onu köreltmiş olur. Vicdan yine de kişiyi uyarıp doğruya çağırır, fakat o insan vicdanının sesini bastırmayı alışkanlık haline getirdiği için artık bu sesten etkilenmez, onu dinlemez hale gelir. Öyle ki giderek en kötü olaylar karşısında bile vicdan azabı duymaz olur. Üstelik hiçbir rahatsızlık hissetmeden… Oysa bir yanlış gördüğü zaman insanın vicdanı öyle sızlamalı ki yeryüzü tüm genişliğine rağmen o insana dar gelmeli.

Yazarın Diğer Yazıları