Altan Murat Ünal

Modernitenin ahlak sorunu

Altan Murat Ünal

Büyüme, zenginleşme, başkalarını tahakküm altına alma hırsı yüzünden ahlaki ilkelerden her geçen gün biraz daha uzaklaşan dünyanın yeni ve daha büyük sorunlarla karşı karşıya gelebileceği nedense göz ardı ediliyor. Bir yanda savaşlar, terör, insan ticareti, fuhuş, adam öldürme, yaralama, tehdit, dolandırıcılık, hırsızlık, gasp, küçük yaşlara inen uyuşturucu kullanımı… Diğer yanda küresel ısınma, yoksulluk, salgın hastalıklar… Görünenler, duyulanlar buz dağının yalnızca görünen kısmıdır. En kötüsü, ahlaksızlığın sıradan bir vaka haline gelmiş olmasıdır. Bir ahlak krizinin yaşandığı her haliyle ortadadır. Bu nedenle de tedirginlik hâkimdir her kesimde.

Dürüstlük, yardımseverlik, kanaatkârlık gibi ahlaki erdemlerin demode sayıldığı bir zamanı solumakta insanlık. Ahlakın temelini oluşturan kavramlar yok edildikten sonra sürekli “iş etiği”, “yaşam etiği” sözleri sarf edilsin, bir anlam ifade etmez. Yalnızca gösteriş amaçlı bir ahlak, daha doğrusu, bir ahlakçılık ortaya çıkar. Yani, insanlar doğru olanı yapmak için değil, yapıyor görünmek için motive olurlar.

Seküler ahlak ailelere, çarşı pazara, iş yerlerine kadar girebilmiştir. Dışarıdan bakıldığında birer beyefendi, hanımefendi olarak bildiğimiz birçok insanın hiç de öyle olmadıklarına, bir fırsatını bulduklarında hiçbir ahlaki ilkeyi tanımadıklarına herkes tanıktır. İşlenen suçların arka planında yatan nedenler anlaşılamadığı takdirde suçların önüne geçmek mümkün mü? Suç dosyası hayli kabarık olan modernitenin etkisinden kurtulmadan bir güven toplumu nasıl inşa edilebilir? Küresel kapitalizmin ve kazanma hırsının pazar koşullarını belirlediği, ahlakın da buna göre normlandırılmaya çalışıldığı bir dünyada “Güçlü olan haklıdır” ilkesi hemen her şeyi belirlemeye başlamışsa bu işte bir gariplik yok mudur? Ahlaksızlığın kurumsal kimlik kazanması bu şekilde gerçekleşmektedir.

Bütün olarak bakıldığında, modernitenin bir ahlak krizi yaşadığı sonucuna varılır. Seküler ahlak anlayışıyla hiçbir sorunun çözülemediği, aksine sorunların içinden çıkılamaz hale geldiği, her alana ve her zamana yayılan suç patlamasına yol açtığı görülmektedir.

Sorun yalnızca bir yöntem sorunu ya da yönetsel zafiyet değil, daha çok bir ahlak sorunudur. Kendi apartmanında, sokağında övgüyle anılanların birçoğunun öteki mahallelerde neler yaptıklarını söylemeye gerek var mı?  Çeşitli hile ve desiselerle onu bunu aldatıp maddi güce ya da üst statülere ulaşanların alkışlandığı, “becerikli” olarak anıldığı bir toplumdan akla karayı ayırt edebilecek ahlaki olgunluğu kim bekleyebilir? İnsanı yalnızca biyolojik bir varlık olarak gören, insan vicdanını oluşturan irade, zihin ve duygu gibi unsurları önemsemeyen bir anlayış hangi ahlaki ilkeyle örtüşebilir?

Çok sayıda potansiyel suçlunun hemen her yerde kol gezdiği bir toplumda yaşadığımız bir gerçektir. Suç işleme potansiyeli yüksek kişilerin ne zaman, nerede ne yapacakları belli olmaz. Polisiye önlemlerle, yasal düzenlemelerle suçların işlenmesine engel olunamıyor, olunamaz da. Toplumsal cinnetin yaşanabileceği hemen her ağızdan söylenmeye başlamışsa buna derhal bir çözüm bulunması gerek. Bildik argümanların bir işe yaramadığı, bundan böyle de yaramayacağı apaçık bellidir. Ahlaki bozulma ile hali hazırdaki ahlak anlayışının birebir ilişkisi saptanamadığı takdirde olup bitenlerin neden sonuç ilişkisini saptamak da zor olacaktır.

Modern ahlak kuramlarına bakıldığında üç unsur dikkati çekmektedir: Bunlardan birincisi, “özerklik” tir. Özerklikten kastedilen Allah’tan bağımsız olarak hareket etmek. İkincisi, “özgürlük” tür. Böylece toplumdan kurtuluş gerçekleşmiş sayılacak, ayıp duygusundan sıyrılmış olunacak. Üçüncüsü ise “fark” unsurudur. Bu sayede başkalarından farklı olmak, toplumu ben ve ötekiler olarak değerlendirip yalnızca kendi çıkarlarını kollayıp başkalarının haklarını umursamamak.

Modernite bir ahlak krizi yaşamakta ve sorunlu ahlakını toplumlara dayatmaktadır. İnsanları ulus-ırk, vatan-coğrafya, halk-sosyoekonomi ölçütlerine göre bölen bir anlayışın ahlak sorunuyla karşılaşmaması mümkün değildir. Toplumlar İslam ahlakıyla şekillenmedikçe, insan nesli Allah’a yaklaşımlarına göre değerlendirilmedikçe toplumlardaki kargaşanın, kaosun biteceği yoktur.

Yazarın Diğer Yazıları