Karşılaşılan kültürel süreçler, teknolojik icatlar, modernizm ile birlikte gelen yenilikler toplumdaki her kesimi etkilediği gibi Müslümanları da etkilemiştir. Yeni dindarlık biçimlerinin ortaya çıkması gibi... Liberal tonlardan radikal formlara kadar... Özellikle 1990'lı yılların sonlarından itibaren bir değişim yaşanmıştır İslami kesimlerde. Değişim kaçınılmaz, ama burada önemli olan husus değişimin yönüdür. Bireyselleşen, sekülerleşen İslami kesim yeni siyaset ve kimlik arayışı içerisine girmiştir.
Giderek daha da bireyselleşen yeni kuşaklar seküler dilin tutsağı haline gelmiştir. Dün normal kabul edilmeyen birçok şey artık normal durum gibi karşılanmaktadır. Hele de dildeki sekülerleşme endişe vericidir doğrusu. İslami kavramlar batılı anlamları esas alınarak yeniden yorumlanmaktadır. Birçok sözcük batılı düşünce dünyasından alınan kavramsal temalar içinde tanımlanmaktadır. Muhafazakârlık, dindarlık, sağ, sol, birey, devlet gibi çokça kullanılan birçok sözcüğün anlamlarının İslam kültüründen alındığı söylenemez.
Aynı seküler etkiyi dini literatüre bulaştırmak isteyenler de yok değil. Rasulullah'ın büyük bir devlet adamı, kahraman, diplomat, sosyal uzlaşmacı, komutan olarak tanıtılmaya çalışılması seküler etkinin en açık örneklerindendir. Güya peygamberin çok üstün özelliklerle yaratıldığını anlatmak istiyorlar böylece. Oysa Rasulullah'ın nübüvvetini kabul etmeyenlerin onun üstün özelliklerini bilmelerinin bir önemi yoktur.
İyi niyetli olunsa bile, bu yaklaşım biçiminin arkasında hümanizmin ve sekülerizmin etkisi büyüktür. Rasulullah elbette birçok üstün özelliklere, yeteneklere sahiptir. Onun zekâsı, güzel ahlakı, yönetme yeteneği tüm insanlara ve zamanlara örnektir. Ancak, asıl önemli olan onun bu özellikleri değil, vahiy almış bir peygamber olmasıdır. Aksi halde peygamberin nebevi kimliği bir yana bırakılacak, metafizik ve manevi yönler ihmal edilecek, peygamber adeta "dahi insanlar" sınıfına indirgenmiş olacaktır. Şu halde, dildeki sekülerleşme zihindeki sekülerleşmenin bir yansımasıdır. Sözcüklerin manevi ve metafizik anlamlarından koparılması zihin dünyasındaki sığlaşmayı derinleştirmekten başka bir işe yaramamıştır. Zihin dünyasındaki sığlaşma ise Müslümanların ufkunu daraltmış, düşünme dağarcığını sınırlandırmıştır. Müslümanlar tüm meydan okumalara karşı kendi zihin ve gönül dünyasını bulmak zorundadır. Bunun için ise İslam'ın dil evrenini yeniden inşa etmek, ilim ve hikmet diliyle donanmak gerekir.
Modernizm, küreselleşme, bireycilik, iletişim devrimi, kentleşme gibi olgular karşısında İslami kesimlerden bir kısmı kimlik bunalımı yaşamaktadır. Seküler yaşam tarzı insanları büyük bir boşluğa itmiştir çünkü. Sekülerizmin oluşturduğu bu boşluk bazı cemaatlerle, hareketlerle doldurulmaya başlanmıştır. Türkiye'de ve İslam dünyasında dinin hayatın her alanında, az da olsa, görünür olmasının altında yatan gerçek budur. Ancak, bu cemaatler ve hareketler çıkış noktaları ve referansları aynı olmasına rağmen istikametlerinde giderek büyük değişiklikler yaşamış, bunların büyük çoğunluğu özden uzaklaşmıştır. Pragmatist, belli bir ideolojisi olmayan, omurgasız, merkezde durmayı yeğleyen kişilerden oluşan kümeler... Küçücük çıkarlar uğruna kutsal ne varsa hemen hepsinin içinin boşaltıldığı, edinilen dini bilgilerin dünyalık elde etmenin birer aracı haline getirildiği kalabalıklar… "Kutsalın sıradanlaşması" dediği şey buydu belki de Max Weber'in.
"Şimdi işler böyle yürüyor", "zamanın gerekleri" gibi gerekçelerle hafifliğe meşruiyet aramak büyük çirkinliktir aslında. Dünya hayatında daha rahat yaşamanın, yönetimde bir basamak yükselmenin ya da bir parça ulufe kapmanın uğruna yapılan çirkinliklerdir bunlar. Korkunç bir yozlaşma ve sekülerleşme ile karşı karşıya kalındığı inkâr edilemez doğrusu. İslami kesimde bir duygu zayıflaması olmuştur, hem de belirgin bir şekilde. Aktüel olan esas olanı örtmüştür, dense yanlış olmaz.
İslami mücadele insanların kendilerini mutsuz, çaresiz, yalnız ve savunmasız hissetmelerine neden olan tüm engelleri ortadan kaldırmaya yönelik dinamik bir inançla yapılmak zorundadır. Bu ise sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel alanların tamamında sorunlara müdahale edebilecek bir tanıklığı gerektirmektedir. Soyut anlamdaki bir söylem yetmez; söylenenin bizzat Müslüman’ın kendisinde örneklenmesi gerek. Toplumdaki olumsuzluklar karşısında Müslümanların sessiz kalmaları, olumsuzluklara tepki göstermemeleri kabul edilebilecek bir şey değildir. Aynı tepkinin sözde cihat ettiklerini ileri süren ve insanların canlarına, mallarına, geleceklerine kasteden terör örgütlerine de gösterilmesi gerek. En büyük olumsuzluklardan biri de söz konusu terör eylemlerinin din adına yapılmış olmasıdır çünkü.