Altan Murat Ünal

Kayıtsızlık

Altan Murat Ünal

Öyle bir dönemden geçiliyor ki tüm ahlaki ve vicdani değerler kaybolmakta, bir değerler savrulması yaşanmaktadır. Olağanüstü değişim, dönüşüm, belirsizlik, altüst oluş zamanlarından geçilmektedir doğrusu. Hemen her toplumda, her kültürde ideallerle stratejik çıkarlar, değerlerle tercihler arasında büyük çelişkilerin, tutarsızlıkların yaşandığına tanık olunmaktadır. Bir yanda stratejik istikrarsızlık, diğer yanda kültürel yabancılaşma, bayağılaşma, çürüme, yozlaşma nedeniyle toplumlar büyük tehdit altındadır. Tüketim toplumları yapay insanların yapay ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekle evrilmektedir. Müslümanların yaşadıkları beldelerde küresel egemen kültürün baskılarına karşı direnç giderek azalmaktadır maalesef.

İnsanlık büyük bir acımasızlık, bencillik ve tahammülsüzlük sarmalı içerisinde duygularını yitirmiş, vicdanını köreltmiş bir haldedir. Merhametsizlik, kayıtsızlık, kitlesel bir alışkanlık halini almıştır. Hiçbir şey insanların vicdanlarını harekete geçirmiyor artık. 

Müslümanların acımasızlık, bencillik ve tahammülsüzlük sarmalından kurtulabilmesi için “kendi çıkarlarını korumak adına tüm insani değerleri ayaklar altına alanlardan” mı yardım beklemesi gerek? Medeniyetlerini kan ve sömürü üzerine kuranlardan mı merhamet dilenmek gerek? Ya, Müslüman olduklarını söyleyenler de bu sarmalın içindeyse... Bir yanda gerilimler, savaşlar, çatışmalar, acılar… Zulüm, kan, gözyaşı… Diğer yanda lüks tüketim, güç gösterisi, israf, debdebe…

Yaşanan gerilimlerin, savaşların, çatışmaların, çalkantıların büyük kısmı dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda yönetmek ve yönlendirmek isteyen emperyalist unsurların sınır tanımayan kin ve ihtiraslarından kaynaklanmaktadır. Dünyada güçlülerin güçsüzlere karşı devam eden küresel baskıları yetmezmiş gibi Müslüman halkların giderek dünyevileşmesi, nemelazımcılığı, olup bitenler karşısındaki kayıtsızlığı ayrı bir gerçektir. Zihinlerin bu kadar dünyevileştiği, Müslüman’ca yaşamanın önemini bu kadar yitirdiği bir dönem belki de hiç yaşanmamıştır. Oysa İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’an ve sünnet insanın diğer insanlarla barış içinde yaşaması gerektiğini söylemektedir. Ayrıca, tüm tarihsel deneyimler de toplumsal barışın sağlanması için başkalarının haklarına, özgürlüklerine riayet etmeyi gerekli görmektedir.  

Olup bitenleri medeniyet algısıyla, ahlaki değerlerle, İslam’ın temel ilkeleriyle açıklamak mümkün değildir. Hayatın tamamını kuşatması gereken dinin yalnızca bazı sembollere, ritüellere hapsedilmesi sonucunda dünyevileşme ve vicdan körelmesi baş göstermiştir. Kendilerini bağlayan değerler manzumesini önemsiz gördükleri için olsa gerek, herkes dilediği şekilde bir din yorumu yapmakta, en saçma davranışlarına dahi dini hükümlerden bir kılıf uydurabilmektedir. Nevi şahsına münhasır bir din anlayışı… Yeni dindarlık algısı… “Şanlı tarih masalları” na yaslanıp iyi bir dindar olmaktan övünç duymak…

Semboller, ritüeller içeriğin yerini aldığı takdirde gerçek İslami bilinç zayıflamaya başlar. Yaşanılan dönem tam da böyle bir hale işaret etmektedir. Din bir takım görselliklere hapsedildiği için dinin özünü oluşturan ihsan ahlakı ve vicdani duyarlılık kaybedilmiştir maalesef. İnsanların temel hakları, başkalarının özgürlüğü, kul hakkı gibi kavramlar ihsan ahlakını ve vicdani duyarlılığı kaybedenler için pek bir anlam ifade etmemektedir. İslam beldelerinde yaşanan insan hakkı ihlalleri, kadın ve çocukların gördükleri eziyet, ehliyetin ve liyakatin önemsenmemesi, adaletten sapma gibi birçok olay ve olgu onlar için pek de önemli konular değildir. En kötüsü ise Müslüman’ın “elinden, dilinden herkesin emin olduğu kişi” olma özelliğinden giderek uzaklaşması değil mi?
 

Yazarın Diğer Yazıları