Kimileri İslam’ın tebliğ anlayışıyla Hıristiyanlığın yayılmacılık (emperyalizm) anlayışını aynı kefeye koyup bu kavramların aynı şeyleri ifade ettiğini ileri sürerler. Bunlara göre, Müslümanlar nasıl ki kendi dinlerini başkalarına anlatmak, öğretmek istiyorlarsa Hıristiyanların da kendi dinlerini başkalarına anlatma ve öğretme hakları bulunmaktadır. Dolayısıyla onların bu haklarına saygı gösterilmesi gerektiğini söylerler. Bu yaklaşımda bulunanların çoğu İslam’ı da, yayılmacıların niyetlerini de bilmemektedir.
Bazıları da bilerek ya da bilmeyerek Müslümanların tebliğ faaliyetlerini eleştirirler. Bunlara göre, yayılmacılık faaliyetleri ne kadar iyi değilse tebliğ faaliyetleri de o kadar iyi değil. Herkesin kendi dinini yaşamasını, kimsenin kimseye müdahale etmemesini isterler bunlar. Hıristiyan yayılmacılar ise yaptıkları faaliyetin tamamen tebliğden ibaret olduğunu söyleyerek, yayılmacılığı gizlemeye çalışırlar.
İslam’ın tebliğ anlayışı ile Hıristiyanlığın yayılmacılık anlayışı birbirinden tamamen farklıdır. Bu farklılığı görebilmek için kavramların ne anlama geldiğini, hedefe ulaşabilmek için hangi yöntemlerin kullanıldığını ve hangi araçlardan yararlanıldığını bilmek gerek. Yayılmacılık (emperyalizm), bir milletin sömürü temeline dayanarak başka bir milleti siyasal ve ekonomik egemenliği altına alıp yayılmasıdır. İslam beldeleri bu şekilde yağmalanmıştır. Oysa tebliğ faaliyetleri başlı başına bir cihad olarak kabul edilmektedir. Tebliğ olmasaydı peygamberlerin gönderilmesi anlamsız olacaktı. İnsan önce kedisini düzeltmeye çalışacak; sonra diğer insanlara iyilikleri anlatacak, onları kötülüklerden alıkoymaya çalışacak, toplumun ıslahı için çaba gösterecektir. Tebliğ; bozulmaya, çürümeye, özden uzaklaşmaya karşı bir uyarıdır. Tebliğ; adalete, barışa, huzura çağrıdır. Tebliğ; tüm insanları Kur’an’a yönlendirme çabasıdır.
“Sizden; hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Ali İmran, 3/104)
“(Resulüm!) Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.” (Nahl, !6/125)
Alelade savaşlarla cihadın da birbirine karıştırılmaması gerek. Savaş insanları ve toplumları olumsuz şekilde etkilediğinden, zorunlu olmadıkça İslam savaşmayı hoş görmez. İnsan, insan olması nedeniyle değerlidir, şereflidir. İnsan, Allah’ın yeryüzünde halifesidir de. İslam’ın cihad anlayışında insana eziyet etmek yoktur; aksine, yapılan eziyeti ortadan kaldırmak ya da önlemek vardır. Cihad, Müslümanların Müslüman olmayanları İslam’a zorla sokmak için kullandıkları bir yöntem olarak düşünülemez. Cihad haksız tecavüzleri önlemek, hak ve özgürlükleri korumak ve toplumun barış ve mutluluğunu sağlamak amacıyla yapılabilir. Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak niyeti cihadın olmazsa olmazlarındandır, tıpkı diğer ibadetler gibi.
Cihadla bir medeniyet götürülür insanlara; köhnemiş zihniyetlerden, barbarlıktan, geri kalmışlıktan kurtulmaları için. Bunun örneklerinden birini Endülüs’te görmek mümkün. Müslümanlar Endülüs’e büyük bir medeniyet mesajını götürdüler. Ekilmeyen, dikilmeyen arazileri imar ve ihya ederek verimli hale getirdiler. Harabe halindeki şehirlerde hanlar, hamamlar, köprüler, camiler ve medreseler inşa ettiler. Ticareti canlandırdılar, ilim ve edebiyat alanında büyük adımlar attılar. Birkaç yüzyıl içerisinde İspanya’yı ekonomik ve kültürel yönden geliştirip o dönemin Avrupa’sının çok ilerisinde bir medeniyet düzeyine eriştirdiler. Onlara İslam’ın örnek ahlakını sergilediler. Zayıflara yardım ettiler, yoksulları doyurdular.
İyi de, durup dururken neden başka milletlere savaş açılır?
Savaşın nedeni ancak Müslümanlara karşı açılan bir savaş olabilir.
“Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez.” (Bakara, 2/190)
Herhangi bir beşeri çıkar ya da dünya ihtirası için hiç kimseye savaş açılamaz. Batının siyasal tarihinde görülen istila, sömürü, kin ve ihtiraslar uğruna yapılan savaşları İslam meşru kabul etmemektedir. İslam’ın meşru kabul ettiği savaş, bir saldırı savaşı değil; aksine, bir savunma savaşıdır. Asrı saadet dönemine bakıldığında, savaşları başlatanların hep gayrimüslimler olduğu görülecektir. Müslümanlar, kendilerine karşı açılan savaşlarda ise asla geri çekilmemişler, her türlü meşru yöntemleri kullanarak sonucu hep hayra çevirmişlerdir.
İslam, savunma savaşını kabul etmekle birlikte başka yönlerden de alelade savaşlardan farklılık gösterir: Savaş anında yaşlılara, kadınlara, çocuklara, hastalara, engellilere, hayvanlara, ekinlere ve mabetlere zarar verilmez. İslam, insanın ve toplumun ıslahını, barış içerisinde yaşamasını ister. Buna engel olanlara çeşitli yaptırımlar uygulanır. Engel olanlar başka milletler ise o takdirde onlarla mücadele edilir.
İslam, insanlara baskı yapılmasını, zor kullanılmasını, hile yapılmasını kabul etmez. Zira İslam, insanın aklına ve kalbine hitap eder. İnsanların akıllarını kullanarak kendi dinlerini, inançlarını diledikleri gibi seçebilmeleri hususunda İslam din özgürlüğünü teminat altına almıştır. İslam, iman esasını düşünceye, araştırmaya, incelemeye ve gözlemlemeye dayandırmıştır. Bu durumu Kur’an’da, Hz. İbrahim kıssasında da görmek mümkündür.
“Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tağutu reddedip Allah’a inanırsa kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.” (Bakara, 2/256)
“Ve de ki: Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin…” (Kehf, 18/29)
İslam’a davet sevgiyle ve bağlılıkla olur ancak. Savaş, kin ve nefrete yol açar. İslam, tebliğ için savaş yöntemlerini kullanmaz; barış ortamının oluşmasını ister. İslam, toprakların değil, o topraklarda yaşayan insanların kalplerinin fethine taliptir. Güzellikle ve hikmetle anlatıldığı içindir ki İslâm tarihinde sayısız insanın kalbi fethedilmiştir. İslam, emperyalist düşüncelerle yayılmayı, diğer toplumları egemenlik altına almayı, onları zayıf düşürüp sömürmeyi, ticari çıkarlar uğruna onlara baskı yapmayı kabul etmez. Keyfi takdirlerle, siyasal ihtiraslar nedeniyle yayılmak İslam’la örtüşmez.