Altan Murat Ünal

Bedene yapılan her müdahale ruhta bir iz bırakır

Altan Murat Ünal

Fransız Profesör Jean Maisonneuve, bedenin yüceltilerek hayatın odağına yerleştirildiğini, ego tarafından yönetilen bir dünyada kişilerin yetkinliğinin bedenlerinin sınırlarıyla tanımlandığını, çağın salgını olan narsizmin Yunan mitolojisinden bilinen “kendine âşık olma” halinden farklı olduğunu ileri sürer.

“Beden”in postmodern dönemde yüklendiği değerleri anlayabilmek için postmodern toplumların özelliklerine bakmak gerekecek. Bu dönemde bireylerin kimlikleri sabit değil, değişkendir. Şöyle ki bu kimlikler çok çabuk şekil ve renk değiştirebilirler. Çünkü postmodern dönemde kimliklerin etnik, siyasal, sosyal ve ideolojik bir gruba tam olarak aidiyetleri yoktur. Böyle bir toplumsal dokuda “beden” kimlik arayışının en önemli koşulu haline gelir. Baudrillard’ın, “İşaretler ve semboller tüketerek bir beden inşa eder ve bu şekilde bir kimlik illüzyonu satın alırız.” dediği durum tam da budur.

İnsanın bedenine verdiği ontolojik anlama göre beden kimi zaman yüceltilmiş, kimi zaman da çeşitli idealler uğruna aç bırakılmış, terbiye edilmeye çalışılmış, kısıtlanmıştır. Mikado adı verilen Japon imparatorunun bedeninin her bir parçası kutsaldı. Onun saçı, sakalı, tırnakları gece uykuda iken temizlenirdi. Hata yapan hizmetkâr bedenler ağır işkencelere tabi tutulurdu.

Amerikan toplumlarından biri olan Mayalar tutsakların boyunlarına kutsal olduğuna inandıkları bir ip bağlayıp bir yıl boyunca onun bütün isteklerini yerine getirir, yılın sonunda boyunlarını gül yağı ile temizler, tapınakta düzenlenen törenlerle kalplerini çıkarırlardı. Bu kalplerin üzerine rahip elini koyarak halkı kutsardı. Bir Amerikan medeniyeti olan Aztekler’de ilk doğan çocuk veya onun yerine geçecek bir köle kurban edilirdi. Çok sayıda antik yazar eski çağlarda tanrı Zeus’un doğum yeri olduğuna inandıkları Lykaion Dağı’nda insan kurban edildiğinden söz ederler. Eskimolar’da iyice yaşlanan insanların tenha bir yere geçerek orada ölümü beklemeleri veya intihar etmeleri beklenirdi. Fijili yaşlı erkekler ölmek istedikleri zaman yakınlarına söyler, onlar da bu kişileri diri diri toprağa gömerek görevlerini yerine getirirlerdi. Yeni Hebridler’de diri diri toprağa gömülmek istemeyen yaşlılar ailenin yüzkarası kabul edilirdi. İsveç’te yaşlı insanları yaşlılığın acısından kurtarmak için onlara aile topuzu adı verilen dikenli topuzlarla vururlardı.

Bedene yapılanlar yalnızca bu kadarla sınırlı değil elbet: Bedenin farklı bölümlerini değişik renklerle boyamak... Deriyi çeşitli şekillerde çizmek, kesmek... Bedenin bazı uzuvlarını sakatlamak… Kamçılamak… Aç ve uykusuz bırakmak... Kızgın sopalarla damgalamak...

18. yüzyılda “ideal beden ölçüleri” kavramı yerini alır. İdeal kabul edilen ölçülerin dışındaki bedenler ideale yakınlıklarına göre değer görmeye başlar. 19. yüzyılda sanayi devriminin etkisi ve kapitalizmin yayılmasıyla bedene dair ritüeller değişir.  Postmodern dönemde bireyin bedeni üzerinde söz sahibi olduğu söylense de Michel Foucault, yönetimler tarafından biyopolitika aracılığı ile bedenlerin denetim altına alındığını ve sisteme uygun şekle evrilmeleri için gerekli düzenlemelerin yapıldığını, altyapılarının oluşturulduğunu ileri sürüyor. Kapitalizmin yükselmesi ile birlikte ehlileştirilmek istenen beden... Biyolojiden ve doğadan uzaklaşan, siyasala ve toplumsala yaklaşan beden… Şekilden şekle girmeye zorlanan beden… Tıp teknolojisinin istilasına uğrayan, nesnesi haline gelen beden… Bu bedenlerin tutsağı haline dönüştürülmeye çalışılan zihinler… Benliğini bedeni ile kurmaya çalışan ve adeta bunu kaybetmenin paniği içinde koşuşturan şizofrenik karakterler...

Allah’ın ihsanı olan bedenden tıp teknolojisinin nesnesi haline gelen beden anlayışına geçiş aniden olmadı elbet. Bugünkü beden teknolojileri, Batı modernleşmesinin ve sekülerleşmesinin bir ürünüdür. Yalnızca tıp ilmi değil, kapitalizmin pençesindeki hemen her kişi, her kuruluş beden üzerinden tüketimi tetikleme çabasındadır. Sahipleri sözde Müslüman olan birçok firmanın da ölüm ve hesap yokmuş gibi helal-haram kazanç ayrımı yapmadan bedeni, özellikle de kadın bedenini öne çıkaran reklamlarıyla dünyalıklarını artırmak için ölesiye çırpınmaları düşündürücüdür. Kitle iletişim araçlarıyla ve çeşitli reklamlarla düzgün bedene sahip olduğu düşünülen kadınlar öne çıkarılarak insanların bilinçaltını etkileyen mesajlar verilmektedir. 

Etki altına alınan insanlar bu özelliklere sahip olabilmek için estetik operasyonlara girmeyi, güzellik salonlarına gitmeyi bir ihtiyaç olarak görmektedir. Bunlardan bazıları kazanmak istedikleri imaja ulaşmak için, başta kozmetik ürünler olmak üzere, bedeni gençleştirmeye, değiştirmeye yönelik ne varsa tamamı için varını yoğunu feda etmeye hazırdır. Zayıf, bakımlı, şık, yüzünde kırışıklık olmayan biri olmak için… 

Estetik operasyonlar insanın beden algısında gelinen noktayı göstermesi bakımından önemlidir. Beden parçalara ayrılarak araçsallaştırılmaktadır. Yalnızca estetik operasyonlar değil; DNA patentine izin veren biyoteknolojiler, organ ticareti, kiralık annelik gibi birçok tehditle karşı karşıyadır modern insan. Her şey “Bedeninizi yeniden keşfedin!” sloganları altında gerçekleştirilmektedir. Sömürülen ve tüketilen beden… “Gençlik, güzellik, sağlık” denklemi üzerine kurulan, tüketim kültürünün kapanından kurtulamayan beden…

Özellikle kadınlar gönüllü kabule dayalı hegemonik bir sürecin aktörleri olarak rol almakta; toplumda kabul görmek, yaygın söylemle “trendi yakalamak” için şekilden şekle girmektedir.  Çünkü tüketim toplumu en fazla kadın bedenine yüklenmektedir. Oysa insan bedeniyle, ruhuyla bir bütündür. Yaratılıştan gelen bu bütünlük bozulduğu takdirde kaos başlar. Bütünlük sağlandığı zaman insan kendi bedenini okuyarak Yaratıcı’nın varlığını hissedebilir. Her şey yaratılış programını fark edip insanın ruhundan da, bedeninden de memnun olmasına bağlıdır. 

Evrendeki düzen ve denge sünnetullah denilen yasalarla sağlanır. Ruh-beden dengesinin bozulması halinde insanın kendisiyle ve etrafındakilerle uyumu bozulur. “Doğrusu, Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” (Tin, 4) En güzel biçimde yaratılan ve insana emanet olarak verilen bedeni yine aynı güzel şekliyle emanetin sahibine teslim etmek yükümlülüğü vardır. Çünkü insan, kendisine emanet edilen bedenden dolayı hesaba çekilecektir. Rasulullah, “Hiç bir kul kıyamet gününde... bedenini nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz.” (Tirmizi) diyor.    

Bedene yapılan her müdahale ruhta bir iz bırakır ve insanı etkilemeye devam eder. Allah’ın kendisi için uygun gördüğü bedeni sağlık bakımından bir zorunluluk olmadığı halde şu veya bu şekilde değiştirenlerin haleti ruhiyelerinin nasıl olabileceğini söylemeye gerek var mı? “Dışının görünüşü içinin aynasıdır.” diyor, Abdurrahim Karakoç. Beden kimseye mülk olarak verilmemiştir ki üzerinde arzu edilen değişiklikler yapılabilsin. Allah, bedeni insana emanet olarak vermiştir. İnsana düşen görev emaneti gereği gibi korumak ve asıl sahibine, yani Allah’a aldığı gibi teslim etmektir. Emaneti, her şeyin asıl sahibinin iradesi doğrultusunda kullanıp kullanmayacağı insanın sınavıdır. Nitekim hesap gününde bütün organlar kişi için tanıklık edecektir.

Beden, mahremiyeti sayesinde etraftaki herhangi bir nesneden farklı bir imkâna kavuşmakta, dış etkilere maruz kalmaktan kurtulmaktadır. Mahremiyetin sınırlarını önemsemeyenler başka dinlerin, ideolojilerin, siyasal sistemlerin kontrolü altındadırlar. Bu duruma şaşmamak gerek. Düşünmeyi bırakan, bedenini şekillendirmekten başka derdi olmayan, tıp teknolojisinin nesnesi haline gelen insan dış dünya tarafından kontrol edilmeye, tahakküm altına alınmaya müsaittir.     

Yazarın Diğer Yazıları