Vahdettin Yiğitcan

Ah Celâl Ağabeyim Ah!

Vahdettin Yiğitcan

Değerli okurlar,

Başlıkta ismini zikrettiğim Celâl Yalvaç Ağabeyimi gıyaben yıllar önce İstanbul'da internet sayesinde Malatya Manzumesi'ni okuyarak tanımıştım. 

Tanıyış o tanıyış, öylesine içtenlikli bulmuştum ki anlatım dilini ve kültürümüze olan vukufiyetini hayran kalmıştım.

Malatya Manzumesi adını verdiği 127 kıtalık coşkuyla akan nehir gibi manzum hikâyesiyle Malatya'da 1940 ile 1955 yılları arasında yaşanılan hayatı her yönüyle resmediyordu. Memleket hasretiyle büyülenmiştim adeta. 

Araştırmacı toplum bilimciler için o Manzumede Malatya'nın o yıllarına dair hazine niteliğinde sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel veriler mevcut, hem de doğrudan hayata taalluk eden sahih bilgiler. Üstelik şirsel bir üslup ile hikâye edilmiş biçimde.

Gün geldi Değerli Annemin Manevi Hatırasını ve kabrini bağrında barındıran Malatya'ya ben de geldim.

Geldim gelmesine Malatya'ya ama sudan çıkmış balık gibiydim. 

Malatya'nın şekli şemaili değişmiş, insanlar başkalaşmıştı adeta. 

Adeta değil, resmen başkalaşmışlardı... Tanıyamaz oldum, tanıdığımı zannettiğim insanları... 

Kısa zaman içerisinde Rabbimin yarattığı tevafuklar neticesi kendi memleketimde garipliğimin insani boyutu yeni tanışıklıklarla şık bir şekilde tamamlandı. Bana bu konuda Net Haber Gazetesinde yazıyor olmam epeyce kolaylık sağladı.

Yüreği pırıl pırıl güzel insanlarla, hep söylerim, tesadüfe inanmıyorum, tevafuklar neticesinde tanışmak nasip oldu.

Onlardan biri de Sevgili Bülent Korkmaz. Bülent'le olan dostluğumuz Celâl Yalvaç Ağabeyimle tanışmama vesile oldu. 

Ne bahtiyarlık ki, akla hayale gelmeyecek bir ilahi tevafuk eseri Celâl Ağabeyimin ailesi de ben iki yaşındayken vefat eden Dedem Cemil Efendilerle bahçe komşusu imişler...

Gelin size Rahmeti Rahmana kavuşan Celâl Ağabeyimle ilk tanışma hikâyemizden bir bölüm sunayım:

"Bizleri kapıda karşılama nezaketi gösteren Celal Bey çalışma masasının arkasında tüm heybetiyle ve gazeteci yeleği ile de dimdik ayakta olduğunun resmini veriyordu... 

Söze kendimi tanıtmakla başladım. Kendisini ziyarete gelenin kimlerden ve kim olduğunu yakından bilmesi için. 

Kendimi Karakaşlılar'dan Cemil Efendi'nin kız evladı torunu olduğumu söyleyerek kısaca tanıtmış oldum.

Meğerse Celal beylerle dedemler Paşaköşkü’nden arazi komşuları imişler... Paşaköşkü'nün üst kısmındaki arazi de Celal beylerinmiş.

Karakaşoğlu Cemil ve kardeşi İsmail efendileri bazı hususiyetleriyle yakından tanıyan Celal Bey başladı dedemleri ve komşuları Kasım dayıyı anlatmaya. Ben bu anlatılanları hayran hayran ağzı açık dinliyorum. Celal bey iştahla o günleri gözlerinin içi parlayarak hatırlıyor ve zevkle ve yüzünden hiç eksik olmayan tebessümüyle bizlere hatıra ziyafeti çekiyordu..

Nefis çayların eşliğinde devam eden sohbetimizi çok fazla uzatarak Celal beye sıkıntı vermek istemiyoruz.

Bu gönlü bol "Vakıf İnsan Celal Yalvaç"ın daha fazla zamanını almaktan imtina ediyoruz. 

Ben kendisine okuma iştiyakını soruyorum, Eskiden bir kitabı iki üç günde bitirirken şimdilerde yatmadan önce ancak 20-30 sayfa okuyabiliyorum, diyor...

İzlenimlerime gelince pırıl pırıl bir hafıza ve berrak bir zihin. Fiziki yıpranmışlığın ötesinde her şey yerli yerinde.

Kim Celal Yalvaç'a "Malatya'nın Hafızası" yakıştırmasını yapıyorsa fena halde çuvallıyor!...

Ne demek Malatya'nın Hafızası? Malatya'nın hafızası olsa olsa müzeleridir... Sessiz sedasız bir yığın obje, bu mudur bir insanla mukayese edilen nesneler!...

Celal Yalvaç yazdıkları ve gözlemleriyle Malatya'nın iyisi ve kötüsüyle yitip giden değerlerine ışık tutan bir fener işçisidir. Gözümüz, kulağımız ve idrak gücümüzdür ve hep öyle kalacaktır.

Sizi tanıdığıma çok mutlu oldum, sağlık içinde size bereketli bir ömür diliyorum sevgili Celal Yalvaç ağabeyim... 

02/Şubat/2022 "

Celâl Ağabeyimin benim gönlümdeki yeri bambaşkaydı, çünkü o benim kim-liğimi bilen, hayattaki son, kadim aile yakınımdı.

Benim için Dünya biraz daha ıssızlaştı... İlahi döngü bu... Ah Celâl Ağabeyim Ah!

Gök Kubbede ve Gönüllerde Hoş Bir Sada Bırakarak, güzel bir ölümle aramızdan ayrıldın Celâl Ağabeyim.

Senin gidişinle sevgili Celâl Ağabeyim, ben biraz daha kimsesizleştim...

Rabbim seni Cennetiyle Şereflendirsin. 

Evlatlarına Vasiyeti: "-Vakıf Kurun"

Sağlığımın elverdiği ölçüde Çarşamba günleri gazete almak ve bir takım ihtiyaçları gidermek için şehir merkezine, sizin anlayacağınız biz Malatyalıların ifadesiyle "çarşıya" iniyordum, zira oturduğum muhit Beydağı eteklerinde yeni kurulan bir yer... Semt diyemiyorum, çünkü bir yerin semt olabilmesi için kendine özgü alamet-i farikasının olması icap eder. TOKİ'nin inşa ettiği bütün yapılar kopyalanmış aynı yapı yığınlarından müteşekkil. Anlayacağınız semt vasfı kazanamamış yerleşim alanları...

Depremle altı üstüne gelen şehrimizde tas kayıp bir hengame hali hüküm sürüyor. Şehre mahşeri bir karmaşa hakim. Ortada çarşı marşı diye bir yer yok! Dil alışkanlığı nedeniyle "çarşı" tabirini kullanıyorum.

Deprem öncesi çarşıda selamlaştığım esnaf arkadaşlarımın tamamının dükkanları yerle bir oldu. Haliyle kendileriyle de fiziki imkansızlıklar nedeniyle yüz yüze görüşemez olduk, görüşmelerimizi şimdi telefonla sağlıyoruz.

Mutadım üzere Çarşamba günleri çarşıya indiğimde değerli dostum Bülent Korkmaz'la zamanlamayı denk getirebilmişsek eğer buluşup Celâl Ağabeyime gitmeyi adet edinmiştik. 

Hatırımda kaldığı kadarıyla bir Çarşamba günü Bülent Korkmaz'la buluştuk ve sevgili Celâl Ağabeye gittik. Celal Ağabeyimin tabiriyle "yazıhanenin" kapısını bize, Değerli Araştırmacı Yazar ve "Arşiv Hazinedarı" diye vasfettiğim Nezir Kızılkaya açtı. Öğlen vakti olduğu için Bülent "ben lahmacun yaptıracağım, hep beraber yeriz" diyerek ayrıldı.

Lahmacunlarımız fırından çıkar çıkmaz sıcacık geldiler. Canı sağolasıca Bülent, kıymanın yağına ilaveten ayrıca tereyağı da ilave ettirmiş lahmacun malzemesine... Meğerse Nezir beyde bol yağlı seviyormuş. Celâl Ağabeyimle karşılıklı oturarak lahmacunlarımızı ayran eşliğinde bir güzel afiyetle yedik.

Yemek sonrası kahvelerimizi içtikten sonra Nezir ve Bülent yapacak işleri nedeniyle ayrıldılar...

Celâl Ağabeyimle başbaşa kalınca şehrimizde yeni açılan Cumhuriyetin 100. Yılı İl Halk Kütüphanesine isminin verilmesi yönünde yapılan önerileri sordum.  Karşı olduğunu ve kendisine sorulursa da kabul etmeyeceğini söyledi...

Konuşma konumuz kitap ve kültürel mekânlar olduğu için döndük dolaştık binlerce eserden müteşekkil kendi kitaplığına sözü getirdim.

Sanki vefatı içine doğmuş gibi çocuklarına kitaplığının bulunduğu daireyi bir vakıf kurarak milletin yararlanmasına açılması teklifinde bulunduğunu ve vasiyet ettiğini belirtti. Bu vasiyet ve teklife oğlu İsmet'in tamam baba yaparız dediğini sözlerine ekledi.

Vakıf vasiyetine şahsen çok sevindim, çünkü 87 yıllık bir ömrün bilgilenme mücadelesinin hülasası olan o kitaplık ve Rahmetli Celâl Yalvaç'ın ruhaniyeti, kurulacak o vakıf sayesinde zihinleri aydınlatmaya, fener işçiliği yapmaya devam edecektir...

Bu vakfın gerçekleşmesi hususunda bu fakire de yapabileceği bir iş düşerse canla başla, seve seve yapmaya hazır

Malatya Manzumesinden

MAZİDEKİ YAŞAM-MALATYA-

Battal Gazi’si ile destanlaşan ünü var,
Niyazi Mısri İle anlatılan dünü var,
MALATYA, asırlardır -İslâm-a oldu kale,
-Türklüğü-yle övünen, çok şanlı bugünü var

MALATYA yemyeşildi, aratmazdı cenneti,
Kolaylıkla çekerdik, bu yüzden her mihneti.
Şehrin her tarafında güzel sular çıkardı.
‘Harık'larda suyumuz, şırıl şırıl akardı.

Anlatmak mümkün değil, bir hoştu âlemimiz,
Olayları tasvirden acizdir kalemimiz.
Bizim yurdumuzdaki insanlar barışıktı.
Her yerde savaş vardı, dünyamız karışıktı.

Harpten korunmak için siperler kazılmıştı.
Alnımıza yokluğun zilleti yazılmıştı.
Boş verdiğimiz dünya, alev alev yanardı.
Yaşamımızda her gün bir yaramız kanardı.

Öyle günler gördük ki, ölüye yoktu kefen,
Yoksulluğun önünde aciz idi ilim, fen.
Dalkavukluk, rezillik başın almış giderdi,
En büyük kötülüğü, bunlar bize ederdi.

Unuttuğumuz vardır, yoktur eklediğimiz,
Anladık ki boşaymış, onca beklediğimiz.
-Hizmet- adı altında bize zulmederlermiş,
Korkumuz boşunaymış, üfürsek giderlermiş.

Rabbim Nihayet Sana

Rabbim, nihayet sana itaat edeceğiz...
Artık ne kin, ne haset, ne de yaşamak hırsı,
Belki her sabah vakti, belki gece yarısı,
Artık nefes almayı bırakıp gideceğiz...

Ben artık korkmuyorum, her şeyde bir hikmet var
Gecenin sonu seher, kışın sonunda bahar.
Belki de bir bahçeyi müjdeliyor şu duvar,

Birer ağaç altında sevgilimiz, annemiz.
Gece değmemiş sema, dalga bilmeyen deniz,
En güzel, en bahtiyar, en aydınlık, en temiz
Ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz...
Ziya Osman Saba 1941

Yazarın Diğer Yazıları