İbni Haldun, ailelerdeki mümeyyiz vasıfların dört nesil sonra biteceğini söyler. Atılan iyi veya kötü her tohumun etkisinin illaki yedi nesil devam ettiğini söyleyenler de var. O halde mükellef, iyi tohumları çokça ekerse, nesiller daha güzel gelişir. İnsanlık fıtrî arayışıyla da elbet yol alır lakin, mükellefinki salih amellerle nasibini artırmak. Kötü insanların planları vardır, tuzak kabilinden, ‘mekr’ diye geçer Kur’ân-ı Kerîm’de. İyilerin ise salih amelleri vardır. Kötü insanların planlarının, yani mekr’inin karşılığı, Allah’ın mukabil planlarının garantisinde.[1] Korkuya, endişeye mahal yok. Hatta tam tersine, bu hususta yaşadığımız emniyet hissinin bizleri lakâydiyete düşürmesinden endişedeyim. Bunun için batılın planlarına karşı basiretli olabilmek elzem; ilaveten ‘Sâlihâtı nesillere aktarırken neler yapabilirim?’in derdini illaki çekmeli, tıpkı atalarımız gibi.
Ah ne dert çekmişti onlar, sonrakilerin saadet asrı dedikleri maziye baktığımızda değil saâdet, çok çilelerin ve sefaletlerin olduğu o demler; yüz akımız, tesellimiz olmuş bugün. Onların çalışmalarının devamını sonraki nesiller kısmen devam ettirse de bugünkü dağınıklık acı veriyor. Acıdan söz etmek yerine, biz de mi miras bıraksak sonrakilere? Hani tohumdan bahsetmiştik ya. Moda olanından organik olsun. İnsanî olanın, İslamî olanı.
Atamız İbrâhim, Kâbe’nin duvarlarını imar etmişti. Temelleri atarken sevgili oğlunu da dâhil etmişti sâlih ameline. Ve “Allah’ım bunu bizden kabul buyur”[2] demişti. Koskoca Kâbe’yi tamir et de şişinme, “hizmet ehliyiz” deme. “Biz bu yolda çoluk çocuk dişimizi tırnağımıza taktık, saçımızı süpürge ettik, başkalarına kaptırmayız” diye hiç feveran etme! Üstelik kendinden sonrakiler de devam ettirsin diye uğraş dur. Demek asıl olan bu. Ve “Zürriyetimden de sana ibadet eden bir ümmet ver”[3] duasıyla salâtı böyle böyle ikâme etmişler. Bu ibadeti unutturanları, unutturmak isteyenleri karşılarına alarak.
Allah’ın dinine yardım etmenin böylesi, haliyle ebediyete kadar anılmaya lâyık kılar. Nasibinin kıymetini bilmek budur belki. Ey atam, biz bu mirası sahiplendik, biz de yapıyoruz bu duayı bilesin, ancak bazı düğün davetiyeleriyle. Gel gör ki sonra başlıyoruz dünyada mutlu olsun çocuklarımız diye didinmeye... Bilmem kim öğrettiyse bu mutlu etmeyi, tökezleyince sızlanır, düşünce ağlar, bir türlü hayatı öğrenemeyiz. Peki mutlu olmak için didinmeyi, ‘dünyada hasene talebi’nden[4] nasıl temyiz etmeli? Hasene dediğin bellidir, mâ-la-ya’nîden uzaktır, içine hevâ karışmamıştır, hele şeytan hiç. Gözün görüp, ruhun tatmin olduğu çiçeklerden, nağmelerden mi bahsedersin? Onlar yol üzerinde, bak lügatimize, sırât-ı müstakimler[5] de görürsün, geçerken çiçekler de derersin; o yollar seni saptırmaz, âkibetten endişeye düşürmez, gözüne gönlüne ferahlık verir.
Ey baba, ey reis, ey mükellef! Eğer evinde, işinde imam olursan, ehlini cemaatin kılarsan, salâtın ikâmesinin ilk adımları bu olur belki. Evladın imam olmayı öğrenirse; iyi ağabey, iyi baba, iyi reis, iyi kumandan da olmaz mı sence?
Ekilen tohumların etkisi dört nesil mi sürer, yedi nesil mi onu bilirkişiler tartışsın; ben Hak-batıl mücadelesinin kıyamete kadar bâkî olduğundan eminim. Artık bilvesile ümmetçe yüklensek mi Hak’tan yana?
[1] Enfal/30: “Hani bir vakıt dı o kâfirler seni tutub bağlamaları veya öldürmeleri veya sürüb çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı, onlar tuzak kurarlarken Allah da karşılığını kuruyordu, öyle ya Allah tuzakların hayırlısını kurar.”
[2] Bakara/127.
[3] Bakara/128.
[4] Bakara/201: “Kimisi de «Rabbena bize dünyada bir güzellik ver, Ahırette de bir güzellik ve bizi ateş azabından koru» der.”