Kızıma sormuşlar; “Başlarındaki örtüden başka her şeyleri, giyimleri, eğlenceleri, genel davranış usulleri birbirine benziyormuş gençlerin, bu neden?” imiş. Aynı toprakta aynı tohum varsa, ürün de benzer zahir. İçine doğduğun senleşiyor, seçebilmen için epey gözlemen, büyümen gerekiyor. Ara ara arkana da bakman lazım. Lâkin anlamak zor; hangisi bizim, hangisi sunulmuş veya dayatılmış.
Köylü, ancak şehir aşığı bu ulus, yüzünü batıya dönmüş, ancak onun gösterdiklerini görebiliyor. Böyle olunca, birçok hususta olduğu gibi, bu hususun da aslı nedir bilmemiş. Yani lazım’ın tesettür olduğunu. Fırsatçı ise; başörtüsü, türban, eşarp, şal, fular ve benzer kategoriler üzerinden lügatini oluşturmuş. Model, tarz, stil… Tüketme, tek tipleştirme malzemelerinin bazısını marka kelimeleri üzerinden dayatmış. Yeter ki tesettür olmasın ismi.
Tek frekanstan kısır kelimelerin, çokça tekrarlanıp üçüncü sınıflara dayatılması epey eskiye dayanır. Bu sınıfları kolay kurmadılar. Birinciliği kendilerine vermişlerdi; gidelim arkaları sıra, kopmayalım(!), kaybolmayalım(!) diye. Hakikaten birincilerin ardı sıra gitmek gerek; asıl birincilerin lâkin, esas olanın, arkası dağ olanın ardından gitmek gerek. Bizim literatürdeki ‘libâs’a bakınız meselâ, kadîm bir kültüre dayanır, tesettüre çok yakışır. Onunla giyinilir, onda giyinmekten ötesi de vardır:
A- Behâimden ayıran, illaki kapatılması gereken yerleri örter.
B- Giyinir, kuşanır, süslenirsin de onunla, keyiflidir.
C- Takvâ libâsı ise ihtişama büründürendir.
Takvâ libâsını ancak mensupları tanırlar. Tanıma ki, Allah’ı hatırlatanından. Böyle kadîm, böyle iddialı ve ispatlı başka kültür gördün mü? Setretmenin mahiyetine vardın mı? Mensup olmayanlara da sen anlat istersen yavrum. İlah nazarında insanı ayrıcalıklı kılan takvâ libâsından söz et. Hayâ-iman ikilisinden de söz edebilirsin. Çünkü bilmiyorlar, unuttular mı acaba? Onlar bize öğretmişlerdi bir ara; ‘ilk çağ insanı şöyle şöyle’ demişlerdi. Bak şimdi onların medeniyetlerine; insanlığın cezalı halindeler. Ben cezalı diyeyim kibarca, sen Sodom ve Gomora’yı da hatırla. Âkıbet onlara da Rablerini tanıtıp, kelimeler belletsin, tevbe etmeyi öğrenecekler belki. Ağaç yapraklarını aramayı düşünecekler. Bizimkiler, ah bizimkiler, o yasak meyve var ya... Şeytanın iğvâsında mekânlarından oldular, libâsları bile yok henüz, ve dahi çıkarılacak cennetleri.
Yani çocuğum; bizim cezalı halimiz, onların asıl haline denk. Daha çook yol kat etmeleri gerek. Kendilerine bakıyor olmamız cüretkâr kılıyorsa onları, sırtımızı da dağımıza dayadık deyin isterseniz... Lazım olanı alırız; ancak benzer olanlarla değil benzemeyenlerle temayüz ederiz.