Ali Yiğit

Hüner bir şehir bünyâd itmekdür. Reâyâ kalbin âbâd itmekdür!

Ali Yiğit

İstanbul şehrinin   569'uncu Fetih  yılını kutluyoruz..

Şehir diyorum çünkü İstanbul medeniyetleri kalbinde barındıran bir şehirdir..

İstanbul şehirdir Kent değildir..

''Kentsel dönüşümle şehirleri kentlere dönüştürdüğümüz,   özelliklede İstanbul'a ''ihanet'' edildiği en üst perdeden itiraf edildiği bir dönemde İstanbul şehrinin fethini kutluyoruz..

Sadece İstanbul mu? 

Bir çok  Anadolu şehri  kentsel dönüşümle kentlere dönüştürüldü..

Şehre betonu davet etmekle başladı şehirlerin kentlere dönüştürülmesi..

Kaçak yapıların ruhsatlandırılması ile şehir inşa ettiğimizi sandık..

Evet artan nüfus karşısında yeni yeni konutların yapılması zaruridir..

Çarpık yapıların önüne geçmek, depreme dayanıklı evler inşa etmek kaçınılmazdı..

Bunları yaparken mahalleyi yok etmeden yapmanın yolları aranmalıydı..

Köyleri hizmet yoksunu bırakarak insanları şehirde zorunlu ikamete tabi tutmakta başlı başına şehirlerin kentlere dönüşmesinde etkili rol oynadı diyebiliriz..

Şehirler medeniyet inşa ederken Kentler medeniyetleri tüketir/unutturur
Şehir üretir/ kent tüketir..

Sekülerleşme ürünü kentleşme şehirle birlikte insanı da öldürdü..

Halihazırdaki kentler kalabalıklardan oluşan insanların sürgün yeri haline geldi..

Şehir ruha hitap ederken kent fiziki mekan cazibesine dönüştü..

İnsana hayat veren ruhtur..

Şehri de ayakta tutan şehirlerin inşasındaki ruhtur..

''Şehir insanı inşa etmeli'' H. Bayram Veli.

İnsanların şehri inşa etmesine başladığından beri yaşanmaz şehirler icat oldu..

Koca koca rezidanslar kazandırmayı şehir inşa ettiğini zanneden insanoğlu hataya düştüğünü anlayınca iş işten geçtiğini fark edecektir..

Mahalle esnafının kalmadığı, mahallelerin siteye dönüştüğü, AVM'lerin revaçta olduğu, kullan at kültürünün yaygınlaştığı, komşuluk ilişkilerinin sıfırlandığı, yükselen devasa binalar arasında kaybolan camilerin, mahalle mezarlıklarının şehir dışına taşındığı, kötülüklere otonom görevi gören mahallenin yok olduğu,  çocukların kreşe, ninelerin dedelerin  huzur evinde mecburi iskana tabi tutulduğu, bireyselleşmenin hayat bulduğu kentlere nasıl şehir denilecek.

Oysa Mahalle değer üretmenin ana pınarıdır.. Biz o pınarı kuruttuk..

Komşunun ve komşuluğun olmadığı, ortak sevincin ve tasanın paylaşılmadığı, her bir evin kendi başına bir birim olduğu, bireyselleşmenin bencilleşmeye evrildiği bir zaman dilimi içerisinde ''Kent'' yaşamının içselleştirildiği bir dönemde değer üretecek şehirleri tekrar inşa etmek  tahminlerin biraz uzağında sanırım..

Buraya bir nokta koyup devam edelim..

Yahya Düzenli'nin bir yazısından devamla..

Fatih Sultan Mehmed'in  İstanbul’un imarı ile ilgili bir vakfiyede, şehir-insan ve medeniyet ilişkisindeki ölçüyü ifade eden şu tarihî cümle yer alır:

“Hüner bir şehir bünyâd itmekdür. Reâyâ kalbin âbâd itmekdür!”

Yâni, “Asıl marifet bir şehir kurmak, şehir imar etmek;(le birlikte) o şehirde yaşayanların kalbini âbâd etmek, kazanmaktır. “

 Maharet, şehir kurmakta değil, o şehrin insanlarının kendilerini mensup hissedecekleri, aidiyet rengini almış bir anlayıştadır. Sonuçta bilincin gönül sularında yıkanmış engin ovasında bir şehre var olma imkânı tanımak bir idrak ve inşa işidir.

İdrak ile inşa edilmiş bir şehre ancak gönül ruhsat verir, kuru bürokrasi değil.

Eğer gönül razı değilse, ne koyarsan taş üstüne kaçaktır; yürek imarına, idrak, tarih ve bilinç mevzuatına kesin aykırıdır, bir korsan yapılaşmadan ibarettir.

Şehrin ‘bünyâd’ının sebebi; orada yaşayan insanın âbâdıdır. Yâni, insanın feyizli, erdemli bir yerde yaşamasıdır.

Aynı şekilde, tarihî kültürümüzde insanla mekânın birbiriyle olan kalbî ilişkisine işaret eden “şeref-ül mekân bil mekîn” yâni, “Bir şehri aziz kılan, o şehrin sakinleridir, yaşayanlarıdır.” Sözü de asırlar ötesinden bugüne ve yarınımıza seslenen şehir-insan ilişkisini kuşatıcı, ölçü mahiyetinde önemli bir sözdür.

Şehrimizin erdemi, şehirde yaşayanlarla; şehirde yaşayanların erdemi de şehrinin yaşanabilir kalabilmesiyledir. Bu sorumluluğu üstlenebilecek idrake sahip miyiz? Sadece soruyor ve doğru cevap arıyoruz.

Eskiler kendilerinden sonrakilere “neleri nasıl bırakmaları gerektiği”nin sorumluluğuyla bugün içerisinde yaşadığımız şehri bize “armağan” ettiler. Biz gelecek nesillere nasıl bir şehir bırakacağız? Bu soruya da doğru cevap arıyoruz.

Şehir idrak, irfan, imar, ihya ve inşasını, şehrimizi 569 yıl önce bize ‘açan’ Fâtih’in yukarıya aldığımız ölümsüz sözünü rehber edinerek sürdürebiliyorsak ne mutlu! Aksi hal ve şehirde yapılacak her şey “bir şehir imha etmek ve reaya kalbin berbad etmek” olacaktır!

Yazarın Diğer Yazıları