Yasin Övüt

Bir Avuç Müslümandık

Yasin Övüt

"Bir sinema film'i çekin Adı "Bir avuç Müslümandık" olsun. Önce kendimiz izleyelim. Sonra hanımımıza, sonra çocuklarımıza izletelim. Ve  bir daha kendimiz izleyelim. Her sahnesi mermer taşına yazılan yazılar gibi hafızamıza kazılsın. Festivaller de yayalım. Oscar ödülleri verilsin. Müzelerimiz de yer alsın."

Kıymetli cevahir.

Dedim... Diyorum. Taki birileri duyuncaya kadar. Bizlere bunu reva görenlerin yanına Kâr kalmayacağını görünceye kadar!
... 
Bir avuç Müslümandık!.. 

Sorgular, tasalar vardık.

Yasalar yoktu o zamanlar!

Dert edilirdi cümle dünya; dava vardı. Ve yargılar… Bu iş öyle olmazdı mesela. Öyle söylemle, çay sohbetlerinde aşırı muhabbetle… Cık, olmazdı.

Ya nasıl olurdu? Bir işin nasılı sorulduğunda eylemeye dair fikirler de çıkardı elbette. 

Sonra dünyanın hali gördüğümüz kadardı. Yani sözü geçen mekanlar hayatımıza iki, üç, bilemedin dört adım kadardı. Şiirler vardı sonra, marşlar falan. Afganlar yiğit adamlardı; kardeşlerimin tekbir nidaları…

O iş doksanlı yıllarda kaldı! Doksanlı yıllar seksenli yılların yılışık, gözlüklü, tombul, apalak liberalizmini götürdü, yenisini getirdi güllü dallı. Görüş açısına, hayat acısına yönelik tüm saptamalar vıcık vıcık liberal dogmaların altında kaldı. O saptamalar asla deneyişe tabi tutulmasa ve dolayısıyla kanıtlanamasa da inan sahipleri için hayatın tutamaklarıydı. 

Keşmir vardı mesela. Hindistan, Pakistan ve Çin sınırında dağlık bir bölge gibi... 

Hesabı sorulacaktı. Doğu’nun İsviçre’si derlerdi oralara. Alabildiğine yeşil, münbit ve bereketliydi. Yaklaşık olarak 13 milyon üzerinde bir nüfusa sahip olan Keşmir halkının yüzde doksanından fazlası Müslümandı. Azad Keşmir(Özgür Keşmir) halkının tamamı Müslüman, işgal altındaki Keşmir halkının da yüzde doksanı Müslümandı. 

Paylaşılamayan bir diyardı. Yani Keşmir diye bir sorunumuz vardı. Hindistan ve Pakistan arasında paylaşılamazken Çin denen şeyin de iştahını kabartandı. Mühim tarafı tam olarak Keşmir halkının bir hesabı vardı. Varıp ulaşan, hemhal olan, savaşan, şehit düşen, yaralanan kardeşlerimiz vardı. Onlar Keşmir’i üstünde yaşadığımız topraklar kadar bizim, içinde yaşatıldığımız sınırlar kadar vatan kılandı. 

Sorulamayan hesaplar adam akıllı kişiselleştirilmiş misakların altında kaldı.

Filistin vardı sonra. Hesabı sorulacaktı ancak sadece İslamcı romantiklerimizin değil bilcümle dünya Yahudilerinin de hesabı vardı. Sonra romantikler Filistin kelimesinin kökenine odaklanmışken Yafa’dan Şeria’ya işgal altında kaldı. Koskoca Filistin topraklarından, Filistin halkından kala kala film rulosu gibi delikli bir şerit halinde Gazze kaldı. Pekala tek tek sayılacak gibi de değil, sorulacak hesabın haddi; haddin hesabı kalmadı. Afganistan, Bosna, Cezayir, Çeçenistan, Irak; daha doğrusu Bağdat, hani o orta doğuda, doğunun ortasında yaralı Bağdat… Ki sağalmadan o yaralar, Bağdat’ı buldurdular bize gözlerimiz kapalı. Çok iyi duydu dünya, çok iyi gördü Bağdat’ın kendi yaralarını yalarken parçalanışını. Sorulacak hesapların faturası tutulsaydı Doğu’nun Türkistan’ına, Burma’ya, Filipinler’e kadar uzanan bir fatura çıkarılırdı ki bizdeki kağıt Made in China olduğu için ithalat firmalarının iş yaptığı ticaret gemileri ağzı açık mahdumlara daha çok para kazandırırdı. Tonere hiç girmeyelim, mümkünse elle yazılabileceğini düşünelim faturaların!..

Sorulacak tüm hesaplar o eski zamanlarda kaldı. Yakıldı, yıkıldı, üzeri küllendi. 

Suriye bu hesapların hiçbir yerinde olmadı mesela. Kimse, Şâm-ı Gariban yerine koymadı, Halep nerede diye sormadı. Hama’nın hesabı kaldıydı fi tarihinde. Kime sorulsun? Doksanlı yıllarda Eyy Kılıçdaroğlu yoktu gerçi sermaye yükleyecek. Ama cehape zihniyeti de mi yoktu. Burada hesaplar tuhaf şekilde onlardan sorulurdu! Sorulurdu ve yanıtsız kalırdı. Sonra, hesabı sorulacak her bölgede, her toprak parçasında bi lâ kayd-ü şart tahakküm kuran birleşik devletler gördük. İçinde yaşadığımız memleketin güzide yöneticileri ve bihaberce onaylarla insanı da yüzde ellilik bir oranla stratejik, mitratejik müttefik olarak yanında yer aldı. Nasıl güzel el sıkışıldığı, müttefik ve ev sahibi başkanın engin lütfuyla birkaç dakika nasıl görüşülebildiği kaldı konuşulacak. Dünya şizofrenik ağırlıkların işgalinde, öylece kalakaldı.

Doğrusu kitlelerin girdikleri her alışverişten ziyanla çıkmaları hesap - kitap işlerinden pek de anlamadıklarını ele veriyor. Öte yandan hesabı mahşere bırakıp, durmayıp, kafaya sıkıp gitmek de beyhude. Kafaya sıkma işini kimi taşeronlar çoktan üstlendi. 

Artık sorulacak ne bir hesap kaldı, ne alınacak fatura; güdülecek bir dava kaim de nerede korunacak coğrafya, diye düşünenlere karşı demek istiyoruz ki yeniden; 

hesabını soracağımız şeylerin bizden sinsice alınışının da hesabını soracağız. Hesapların üstüne yatışınızın, unutturuşunuzun, hesapsızlaştırışınızın…

Fi Emanillah.

"Ey hicranıyla yanıp tutuşan kalemim, sen ki kelam eder ateşi serinletir, gönül yapar sevenleri birleştirirsin.(بيزنيلله)

Yazarın Diğer Yazıları