Sağlık bakanlığımız, üç gün önce DSÖ Türkiye temsilcisi Hans Kluge' nin elinden "pandemideki başarısı" sebebiyle bir ödül aldı.
Herkes şunu çok iyi bilsin ve asla unutmasın :"Dünyanın en büyük örgütü Dünya Sağlık Örgütü'dür." TBMM' de bulunan tüm siyasi partilerin firesiz oybirliğiyle kabul edilmiş olan, 2019 tarihli "DSÖ Ayrık Ofisi Açılmasına Dair Yasa'yı" okuyunca ne demek istediğimi çok iyi anlarsınız. Hükümetle DSÖ arasında 2017 yılında bir anlaşma yapılıyor. Daha sonra yasa teklifi olarak Nisan 2019 tarihinde TBMM'ye geliyor. Nisan 2020'de oybirliğiyle kabul ediliyor.
Dikkat ederseniz yasanın hükmet tarafından kabul edildiği tarihlerde henüz pandemi diye bir şey ortada yoktu.
Bu makalede, adı geçen yasanın inanılmaz detaylarına girmeyeceğim. Fakat özetle şunu söyleyebilirim ki: Millet ve devlet olarak, tarihimizde bu kadar büyük imtiyazları Fransız'lara bile vermemiştik.
İktidar ve muhalefete mensup sayın vekillerimizin, maaşlarının artırılması konusu haricinde, hiç tartışmadan üzerinde kolayca ittifak edebildikleri benzer başka hiç bir yasa teklifi olduğunu hatırlamıyorum.
Peki pandemiden hemen önce DSÖ'ye bu kadar imtiyazı neden verdik?
Covid-19 hastalığının dünyaya yayıldığı ilk günlerden itibaren, şahsen Malatya Eğitim ve Araştırma Hastanesinde enfeksiyon hastalıkları uzmanı olarak resmi görevdeydim. Henüz ülkemize ilk hasta gelmeden günler önce, TC Sağlık Bakanlığı'nın internet sitesinde "resmi" bir tedavi kılavuzu yer almaya başladı. Pandemide görevli doktorlar olarak, tüm Covid-19 hastalarının tedavilerinde bu kılavuzdaki önerilere uymamız ve asla bu listenin dışına çıkmamamız konusunda sürekli ikaz edilmiştik. Hatta bir ara şahsen, hastalarıma yoğurt ve kefir gibi beslenme ürünlerini önerdiğim için hakkımda idari soruşturma açılmıştı. İl Sağlık Müdürlüğü'nün özel ve ısrarlı talimatıyla açılan bu soruşturma halen devam etmektedir. Konusu, "Hastalarına neden kefir ve yoğurt önererek resmi tedavi kılavuzunun dışına çıktın? Özel bir amacın var mıydı?" şeklindedir. Soruşturma bitince, sonucunu buradan sizlerle paylaşacağım.
İşte bu kadar ciddiyetle doktorlara dayatılan resmi tedavi kılavuzunun asıl kaynağı DSÖ adlı örgüttü.
Bu listede, sonraki günlerde ani kalp durmasına yol açtığını tespit edip, gereken uyarıları yapmış olduğum, sıtma ilacı (Hidroksiklorokin) ve sabıkası tıp çevrelerinde evvelden beri bilinen azitromisin gibi bazı ilaçlar vardı.
Üstelik bu iki ilaç, aynı zamanda DSÖ'nün İnternet sitesindeki tedavi kılavuzunun ilk iki sırasında ve vazgeçilmez öneriler olarak yer almaktaydı. Ta ki kendilerini şahsen bilimsel sebepleriyle birlikte uyarana kadar. Ben bu kurumları uyardığım sırada, şimdilerde bülbül gibi şakıyan tıpçıların hepsi, bu ilaçlar için sadece "faydasız" deyip duruyorlardı. Halen de bu sözümona bilim insanlarının birçoğu, bu ilaçların neden kılavuzlardan kaldırıldıklarını anlayamamış olduklarını hayretle izliyorum.
Uyarılarım sonrasında 9 Mayıs 2021 tarihinde "eşzamanlı" olarak, hem DSÖ'nün ve hem de bizim bakanlığımızın resmi sitesinden kaldırılmışlardı.
Şimdi gelelim asıl konuya.
Pandemide sınıfta kalmış DSÖ adındaki bir örgüt, yanlış tedaviler sebebiyle 100 binden fazla insanını kaybeden bir ülkenin sağlık bakanlığını, hangi başarısı sebebiyle ödüle layık görmüştür?
Her türlü yetkiyi pandemiden önce, özel bir yasayla DSÖ'ye vermiş olan bakanlık, sıtma ilacı, azitromisin ve favipravir gibi binlerce insanın ölümüne sebep olan saçma sapan ilaçları terkettiği için mi ödüle layık görülmüştür?
Eğer ödülün sebebi buysa, ödülün yanlış kişiye takdim edilmiş olduğunu belirtirim.
O ödül benim hakkımdır. Çünkü adı geçen ilaçların kılavuzlardan çıkarılmasını ben sağladım. Fakat Covid-19 pandemisi sırasında, yanlış tedavi kılavuzlarıyla, tüm dünyada milyonlarca insanın ölümüne sebep olan o pis örgütten böyle bir ödül alacağıma, ölsem daha iyi. Yüzkaraları.
Sağlık ve sevgi dolu günler diliyorum.