Nesibe Aldemir

Ruhumuza Fatiha

Nesibe Aldemir

Canda dolaşan kanımızla yaşadığımızı varsayıyoruz dünya yüzünde. Ne dünden kalan izlerin izinde buluyoruz kendimizi ne de geleceğin g/izinde. Dünyanın koridorlarında yanan ışıklar bir bir sönerken aydınlıktan bahsetmeye dilimiz varmıyor. Zalimler sürüsünün oyuncağı olan masum çocuklar ölümü düşlerken hangi düş giyinir çiçeklerini de çıkar bahara? Lanetlenmiş bir kavmin siyonist düşlerine sahne olan dünyayı hangi çamaşır suyu parlatır? Boykot ettiğimiz güçlü temizleyicileri toplasak bir araya, temizlik için kolları sıvasak çıkar mı dünyanın kiri?

Çıkmaz dediğinizi duyar gibiyim. Masum çocukların ahıyla inleyen semada buluştursak ellerimizi ve yalvarsak Mevla’ya duyar mı kısık seslerimizi? En iyi işitendir O şüphesiz. Dilimize düşen dualar ruhumuza işlemeden, seccademizi ıslatmadan g/özyaşımız ne kadar titrer kalbimiz? Vazgeçemediniz konforumuzu ne vakit terk edeceğiz?

Doğu Türkistan'da fıtratıyla oynanan çocuklarımız için, Gazze'de beyaz kundağı kana belenen bebeklerimiz için, kanını üzerinde yaşadığımız toprağa feda eden şehitlerimiz için, insanlık ve ümmet için... Ruhumuza birer Fatiha okumaya ne dersiniz? Olur da yaşayan ölüler güruhundan ayrılır ruhumuz. Özgürlüğün tadına varır. Kendini azat eder köle pazarlarından. Bağımlılıklarını sorgular, putlarını tanır, dünyaya geliş amacını tefekkür eder. Cesaretini toplar Filistinli bir çocuğun yüreğinde. Esaretini fark eyler dünya zindanında. 

Kirli eller, masum bedenlerin üzerinde dolaşırken uykusunu yitirir. Ve umuda sorar yarını. Tevekkül diye sığındığı kalenin taşlarını yoklar. Elinden gelenin en iyisini yaptı mı yoksa üstünkörü geçti mi dünya üzerinden diye sorar kendine. Kalenin taşlarını ören duvarların içindeki malzemeye kattıklarını inceler. Yapmış olduğu her hile, yapmamış olduklarını hatırlatır kendine. Bir cuma mesajının arkasına gizlenen çaresizliğini hatırlar, evlerde okunan Yasinlerin anlamını hiç merak etmeyişini de. Namazını, niyazını, sadakasını... Ve dahasını düşünür. Sonra alır götürür bu düşünceler kendini adının yazdığı bir mezar taşına. Başlar ruhuna bir Fatiha okumaya, kimsecikler okumadan önce. 

Taklidin ötesinde bir imanın varlığına şahit mi ruhlarımız? Neden kuruyor ağaçlar, niçin soluyor taze güllerimiz? Samimiyet denizine düşmeden okyanuslara açılanlarımız, dilinde bitmez tükenmez kelimelerle kelam edenlerimiz… Sorduk mu kendimize en son hangi yüreğe yağmur olup da düştük toprağına? Çölünde kavrulan bir cana ne vakit hayat olduk? Meslekler, unvanlar, statüler, kalıplar, paradigmalar, hiyerarşik yapılar... Hepsi toprak altının birleşenleri değil de nedir? İnsandan yüreğini çıkarsanız geriye ne kalır? Koca bir hiç... Terkedilmiş bir han...

Merhameti aşınmış, insanlığını günden güne yitirmiş, kulluğunu eşyaya ve kullara adayan ruhları yaşıyor saymak hakaret sayılmaz mı ölmüşlerimize?

Ölmeden öldürdüler bizi ey can! Seküler dünyanın kucağında can verdik. Kapitalizm denen hastalık oldu illetimiz. Bizi bizden göçürdüler. Yalnızlığın tozunu toprağımıza kattık. Suya da değmedik sabuna da dokunmadık. Ama garip ki temiz olduğumuzu sandık. Hem de herkesten ve her şeyden. Ekranların kirini pasını yutan g/özlerimiz eskisi gibi göremez oldu. Ruhlarımız bir Fatiha'ya muhtaç aziz dost. İçten, hesapsız, samimi bir duaya muhtaç. Ölüm içinde ölümden korkmak neyimize? Ya dirilmekse payımıza düşen? Baharın kollarında hayata yeniden gözünü açan kayısı çiçekleri gibi açmaksa gayemiz. O vakit biraz yorulmaktır bize düşen biraz da yol almak. Sonsuzluğa uzanan köprülerden geçmekse muradımız ayaz da düşecek toprağımıza kırağı da. Acının koyu katran rengi, yüreğimizin her tel sevincini ağartsa da insan olmaktan, umut etmekten vazgeçmek yok. Ruhuna El- Fatiha denmeden kendine bir Fatiha okumaya ne dersin? Kim bilir belki hayat olursun bir cana, belki de ışık olursun kararan umutlara vesselâm... 

Yazarın Diğer Yazıları