Nesibe Aldemir

Neye Neyden Ne Kadar Feda Ediyoruz?

Nesibe Aldemir

Fedakârlık “feda” kökünden gelen kelimedir. Feda kelimesi ise bir şeyi yaparken başka şeyden vazgeçmek anlamı taşıyor. Kadim kültürümüz bu kelimeye geniş anlamlar yükleyerek çoğu zaman insanda bu hasletin bulunmasından övgüyle bahseder. 

Özellikle kadınlarımızla bütünleştirilen fedakârlık ayarında ve dozunda olmayınca insanı tükenmişlik haline sürüklüyor. Omuzunda hayatın yükü paylaşılmayan her birey tükenmeye ve solmaya mahkûmdur. Öyle ki fedakârlığın aktığı dere yatakları bulanıksa yapılan her fedakârlık ziyan olur gider. Elde bir avuç pişmanlık, bir avuç boşa savrulan zamanın kırıntıları kalır. Kendinden çalıp başkalarının hayatına yaptığın her yama bir uyumsuzluk tablosu gibi karşına çıkar.

Çağın ebeveynleri olarak kendimizden fazlaca alıp evlatlarımıza veriyoruz. Toplumun kadına yüklemiş olduğu misyonlar nedeniyle kendimizden çalıp çalıp eşlerimize feda ediyoruz. Yenidünya düzeninin içinde ikilem yaşayan erkekler olarak kadınlarımıza fazlaca fedakâr olmayı yeğliyoruz. Ana babalarımızın zamanında yaşayamadıkları hayatın acısını hafifletmek için yine kendimizden vazgeçiyoruz. Ve netice olarak hepimiz yavaş yavaş tükeniyoruz. Fedakar oldukça feda oluyoruz. Kendimiz olmaktan, insan olmaktan, ruhumuza kulak vermekten, kalbimize göz olmaktan bir bir vazgeçiyoruz. Biz vazgeçtikçe bizden geride kalan kim varsa onlardan bizden vazgeçiyor.

Tüm geçenin üzerine başlayan sorgulamalarla kendimizi aramaya koyuluyoruz. Ve soruyoruz kendimize; “Neye neyden ne kadar feda ediyoruz” diye. Zamanın içine katre katre sızan hüznümüz sarıyor yüreğimizi. Bu kadar telaşa gerek var mıydı diye bir sızı alıyor kalbimizi. 

Kendimizden çalarak yaptığımız büyük hırsızlıkların bedelini nasıl ödeyeceğimizi sorguluyoruz mesela. Başka başka duvarları örerken kendi duvarlarımızdan aldığımız her tuğla dile geliyor. İçeriye sızan ayaz, rüzgâr, kar değdikçe tenimize geç kaldığımıza tanıklık ediyoruz. İtidalden uzak fedakârlık öykümüz geliyor aklımıza. Belki de bir süper kahraman olma hayalimiz vardı. Ya da bir romanın başkahramanı…

Yetim bir kederin gölgesinde oturan yalnızlığınızın alnından öpmek gibi bir cesareti sergileyerek öğreniyorsun hayatın fedakârlıktan ibaret olmadığını. Ve sınırsızca açtığınız baraj kapaklarını kapatmak geliyor aklınıza. Kendinizden çalmadan da insanlara yardım etmenin mümkün olduğunu öğreniyorsunuz. Sizi hiçbir şeyden anlamayan, amiyane tabirle “enayi” sananlara ince bir tebessümle kendiniz olmanın, sınırlarınızın varlığını hatırlatıyorsunuz. Kendinizden çaldığımız tuğlaları yerine koymaya başlıyorsunuz. Rüzgâr da ayaz da güneş de siz izin verdiğiniz ölçüde içinize sızmaya başlıyor. Ve biraz daha yüreğinizle hemhal olmanın tadına varıyorsunuz. Kısacık ömrünüzün kimseye feda edilmeyecek kadar değerli olduğunu anlıyorsunuz. Sahi yalnız doğar insan yalnız ölür. Hasılı kelam kabre de yalnız girer aslında…

Yazarın Diğer Yazıları