Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin Nübüvvetinin Onuncu yılında Kureyşliler’in zalimane uyguladıkları boykotun kaldırılmasından yaklaşık Dokuz ay sonra Allah Resulü (s.a.v) Efendimiz bu defa da iki ölüm vakası ile bir kere daha hüzün ve üzüntülerle karşı karşıya kalmıştı. O zamana kadar Kureyşlilerin zulmüne karşı kendisine kol kanad geren Amcası Ebu Talib ve Üç gün sonra da kendisine her konuda en büyük sağlayan sevgili eşi Hz. Hatice validemiz vefat etmişlerdi. (10 Ramazan /19 Nisan 620).
Kendisine en büyük desteği veren bu iki yakınının ölümü Hz.Peygamber’i son derece üzdü., İslâmiyet’i tebliğ ederken, karşılaştığı bütün sıkıntıları, kendisine inanan ilk kişi olan Hz Hatice, onunla paylaşmış, en zor zamanlarında onu teselli ederek destek vermişti.
Amcası Ebû Tâlib ise kavmine karşı onu korumuş, uğrunda her şeyi göze almakla kalmayıp Ebû Leheb dışındaki Hâşimoğullarını da onu korumak için seferber etmiş ve Kureyş arasındaki saygınlığı sayesinde ona fiilî saldırılarda bulunulmasını engellemişti.
Kaynaklarda Hz. Hatice ve Ebû Tâlib’in vefat ettiği nübüvvetin onuncu yılı “Senetü’l Hüzn” diye isimlendirilmiştir.
Amcası Ebu Talib’in ölümünü fırsat bilen müşrikler Resûl-i Ekrem’e yönelik hakaretlerini arttırdılar ve fiilî saldırılarda bulunmaya başladılar. Daha önce, geçtiği yollara veya evinin önüne diken ve pislik atmak yahut onunla alay edip hakaret etmekle yetinen müşrikler, bu defa daha da ileri giden müşrikler, Hz. Peygamber’e ağır hakaret ve işkenceler yapmaya başladılar. Nitekim Resûlullah efendimiz amcasının yokluğunu çok çabuk hissettiğini ve müşriklerin kendisine amcasının sağlığında yapamadıkları kötülükleri yaptıklarını söylemiştir
Ukbe, diğer bir günde Abdullah b. Amr b. Âs’ın müşriklerin Hz. Peygamber’e yaptığı en ağır işkence olarak gördüğü saldırıyı yaptı. Kâbe’nin yanında namaz kılarken secdeye vardığı esnada onu elbisesiyle boğmaya kalkıştı. Bunu gören Hz. Ebû Bekir (r.a) “Bir adamı ‘Rabbim Allah’tır’ dediği için öldürecek misiniz?” diyerek ona engel oldu (Buhârî, “Feżâʾilü aṣḥâbi’n-nebî”, 5).
Bu baskılar sebebiyle Mekke’de İslâm’a davet faaliyeti son derece zorlaşmıştı. Bir çıkış yolu arayan Hz. Peygamber (s.a.v) davetini diğer bir şehirde yapmaya ve Kureyş müşriklerine karşı başka bir kabilenin yardımını istemeye karar verdi. Tâif’te yaşayan Sakīfliler’in İslâm’a gireceğini veya kendisine yardımcı olacağını umuyordu,
Ebû Tâlib ile Hz. Hatice’nin vefatından yaklaşık bir buçuk ay sonra Zeyd b. Hârise’yi yanına alarak Tâif’e gitti. Tâif’te kaldığı on gün içinde Sakīf kabilesinin liderleriyle görüştü ve onları İslâm’a davet etti. Ancak müşriklerden hiçbiri İslâm’ı kabul etmediği gibi onu alaya alıp hakaret ettiler ve ayak takımını peşine takarak onu taşlattılar.
Tâif’ten çıkmaya çalışan Hz. Peygamber yol üstünde Mekkeli iki kardeşe ait bir bağa sığınmak zorunda kaldı. Burada, Allah’ın kendisine bir kızgınlığı olmadığı takdirde başına gelen her sıkıntıya katlanmaya hazır olduğunu bildirdiği meşhur duasını yaptı ve mâruz kaldığı sıkıntıları Allah’a arzedip O’ndan yardım diledi. Mekke’ye yaklaştığında şehre girmeyi tehlikeli gördü ve eman müessesesinden yararlanıp Nevfeloğulları liderlerinden Mut‘im b. Adî’ye haber göndererek himayesini istedi. Müşrik olmakla birlikte teklifini kabul eden Mut‘im’in himayesinde Mekke’ye girdi.
Resûl-i Ekrem, (s.a.v) Efendimiz, işte müşriklerin baskılarının devam ettiği bu günlerde, yalnız bırakılan, horlanan, her türlü işkenceye maruz kalan, hakkında, sevdiği, doğup büyüdüğü Mekke’den çıkarılma hazırlığı yapılan Hz. Peygamberimiz (s.a.v) Efendimize Allah tarafından kendisine bir teselli, yalnız kalmadığının ve ileride kazanacağı büyük zaferlerin bir müjdecisi olduğu gibi, müşrik Mekkelilere de son bir Semavi ikaz olarak isrâ ve mi‘rac mûcizesiyle teselli edilecekti.
Elbette diğer Peygamberler, içinde de Allah’ın yüce ikramlarınına muhatap olan, manevi kabuller, mucizeler, ikramlarla taltif edilen Yüce Peygamberler vardı. Fakat Hz.Peygamberimize ikram edilen isra ve Mirac her aşaması ile, benzeri olmayan müthiş bir kabul, ikram ve Mucizeydi.
Davet eden Rabbimiz (c.c) Mekke’den Kudüs’e, oradan da yaratılmışların hiçbirinin erişemediği Sidret-ül Münteha’ya, yani Rabbinin huzuruna ulaştırılacaktı.
Hicretten bir buçuk sene önce, Recep ayının 27. gecesiydi. Bu gecede Peygamber Efendimizin en büyük mucizelerinden biri olan “İsra ve Mirâc” mucizesi gerçekleşti.
Mezkûr gecede Cebrail (a.s.) geldi ve Resûl-i Zîşan Efendimizi Mescid-i Haram'dan alıp Burak ile Mescid-i Aksâ'ya götürdü. Oradan da, gökyüzündeki harika icraat ve Cenâb-ı Hakkın kudretine delalet eden âyet ve alâmetlerin birer birer gösterilmesi için, semavata çıkarıldı.
Sema tabakalarında bulunan bütün peygamberlerle görüştürüldü. Oradan da "Sidret’ül Münteha olarak işaret olunan" makama çıktı. Rabbimiz buyuruyor: “(Peygamberin) gözü şaşmadı ve sınırı aşmadı.” (Necm:53/17) “Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü” (Necm: 53/18) Kendilerine. Bizim bilemeyeceğimiz, anlayamayacağımız, Rabbimize mahsus Acaib ve Garib güzellikler temaşa ettirildi. Mekândan münezzeh olan Cenâb-ı Hakkın bizzat kelamını işitti ve Cemal-i Pâkini müşahede etti. Aynı gece hâne-i saâdetine geldi.
Cenâb-ı Hak, sevgili Resûlünün zâtıyla ilgili bu mûcizesini Kur'ân-ı Azimüşşan'ında bize şöyle haber veriyor: “Kulu Muhammed'i geceleyin, Mescid-i Haram'dan kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören O'dur (İsra:17/1)
Ayet’in işaret buyurduğu bu olayı. Hadis kaynakları ile siyer ve delâil kitaplarında da İsrâ ve Mi‘racla ilgili birçok rivayet mevcuttur: Buhârî ve Müslim’de yer alan rivayetlerin ortak noktalarına göre olay şu şekilde cereyan etmiştir:
Bir gece Resûlullah, Kâbe’de Hicr veya Hatîm denilen yerde iken -bazı rivayetlerde uykuda bulunduğu sırada veya uyku ile uyanıklık arası bir halde.iken, Cebrâil (a.s) geldi; göğsünü açtı, zemzemle yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurup kapattı. Burak adlı bineğe bindirip Beytül’makdis’e götürdü. Resûl-i Ekrem Mescid-i Aksâ’da iki rek‘at namaz kılıp dışarı çıktığında Cebrâil biri Süt, diğeri Şarap dolu iki kap getirdi. Resûlullah Süt dolu kabı seçince Cebrâil (a.s) kendisine “Fıtratı seçtin” dedi, Ardından onu alıp dünya semasına yükseltti. Semaların her birinde sırasıyla Âdem, Îsâ, Yûsuf, İdrîs, Hârûn ve Mûsâ peygamberlerle görüştü; nihayet Beytülma‘mûr’un bulunduğu yedinci semada Hz. İbrâhim’le buluştu. Sidretü’l-müntehâ denilen yere vardıklarında yazıcı meleklerin kalem cızırtılarını duydu ve Allah’ın (c.c) huzuruna çıktı.
Burada Cenâb-ı Hak elli vakit Namazı Farz kıldı. Dönüşte Hz. Mûsâ, elli vakit namazın ümmetine ağır geleceğini söyleyip Allah’tan onu hafifletmesini istemesini tavsiye etti. Namaz beş vakte indirilinceye kadar Hz. Peygamber’in huzûr-i ilâhîye müracaatı ve Mûsâ ile diyalogu devam etti (Buhârî, “Ṣalât”, 1
Bir rivayete göre Resûl-i Ekrem’e Mi‘rac da Bakara sûresinin son âyetleri indirilmiş ve Allah’a ortak koşmayanların affedileceği müjdesi verilmiştir (Müsned,I,422, Müslim“Îmân” ,279
Mi‘racla ilgili rivayetlerde bazı Tarihler, Farklı Mekânlar gibi farklılıklar mevcuttur. Meselâ:
a- Sahih rivayetlerin bir kısmında doğrudan Mescid-i Harâm’dan semaya yükseliş anlatılır (Buhârî, “Ṣalât”1)
b -Rebîülevvel veyaRramazan ayından bahseden rivayetler varsa da müslümanların çoğunluğu Mi‘racı, Receb ayının 27. Gecesinde (10 Mart Çarşamba’yı Perşembe’ye bağlayan Gece, -Bu Gece- kutlamaktadır.)
c- Kelâm ve hadis âlimlerinin çoğu olayın bedenen ve uyanık halde gerçekleştiği görüşünü benimsemiştir.
Mirac’la ilgili haberlerde farklı zayıf rivayetlerin mânevî konumunu etkilemeyeceği ifade edilmiştir.
Bu Mürabek Gecemizde Allah Resulü Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimize Binlerce Selam ile bütün İslam Alemi için hayırlara vesile olmasını diliyorum.