Kerem Yıldırım

Muştu

Kerem Yıldırım

Sene miladî 571, dünya zifiri bir karanlığın içinde debeleniyor.

İnsanlık bütün erdemlerini bu zifiri karanlığın içinde kaybetmiş durumdaydı.

Birbirini acımasız bir şekilde heder eden gaddar bir sosyal yapı adeta bütün umutları çölün kızgın kumlarına görmüyordu.

Herkes açıktan söyleyemesede gizliden gizliye bu karanlığı aydınlatacak bir müjdeci ve bir uyarıcının gelmesini bekliyordu.

Zulmün tahakkümü vicdan sınırlarını zorluyordu.

Bırakalım insanları diğer canlıların bile güvende olmadığı bir dünya vardı.

Zulmün böylesine ayyuka çıktığı bir hayat artık çekilmez olmuştu.

Haksızlığa uğrayanın hakkını arayabileceği bir merci kalmamıştı.

Güçlü olanların hiç bir hak ve adalet kuralı tanımadan zayıfların bütün mallarını müsaadere etmesi vak'ayi adiyeden görülmeye başlanmıştı.

Mazlumların dalga dalga arşa doğru yükselen feryatlarını insanlık duymaz olmuştu.

Vicdanları körleştiren bu karanlık ve zulumat artık dayanılmaz bir hal almıştı.
 
Karanlığın en koyu olduğu böyle bir vasatta tarihler 20 Nisan 571'i gösterirken, Mekke farklı bir güne uyanıyordu.

Karanlıkları delen, aydınlığı müjdeleyen bir doğum gerçekleşiyordu.

Alemleri kutlu bir doğumun muştusu sarıyordu.

Göklere doğru yükselen bu kutlu muştu, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını haykırıyordu.

Evet, beklenen gün gelmişti.

Âmine annemizin nurtopu gibi bir oğlu dünyaya teşrif ediyordu.
 
İlk başta herkes bunu normal bir çocuk olarak telakki ediyordu. 

Ancak vakit ilerledikçe bu asil çocuğun hiç de sıradan biri olmadığı yavaş yavaş ortaya çıkıyordu.

Dedesi Abdulmutralib O'na Muhammed adını veriyordu.  Bu ad o vakte kadar hiç kimseye verilmemişti.

Çünkü Muhammed; 'yerde ve gökte övülmüş olan'  demekti.

O’nun geleceğini daha önce gelmiş olan peygamberler de müjdelemişti.

O'nun doğduğu gece birçok harikulade olaylar zuhur etmişti.

Onlardan birini Hz. Peygamber Efendimizin meşhur şairi Hassan bin Sabit şöyle anlatıyor:

"Ben sekiz yaşlarında var yoktum. Biliyorum, bir sabah vakti, Yahudînin biri 'Hey Yahudîler!' diye çığlık atarak koşuyordu. Yahudîler, 'Ne var, ne yırtınıyorsun?' diyerek adamın başına üşüştüler. Yahudî şöyle haykırıyordu: “Haberiniz olsun, Ahmed'in yıldızı bu gece doğdu. Ahmed bu gece dünyaya geldi.”

O devirde Kureyş müşrikleri, yeryüzünde Allah'ın tek ma'bud oluşunun içinde ve üstünde ilk olarak abideleştiği Kâbe'yi putlarla karanlıklara boğmuşlardı. 

Ne var ki, henüz Tevhid temsilcisi Resûl-i Kibriyânın dünyaya gözlerini açması karşısında bile, çoğu yerlerine kurşun ile perçinlenmiş bu putlar, hâdisenin azametine dayanamayarak yerlere yıkılıverdiler.

Bu hâdisenin ifâde ettiği mânâ büyüktü: Dünyaya teşrif eden bu Zât, kendisine verilecek vazife gereği kapkaranlık şirk inancını ortadan kaldıracaktı. 

Gönüllerde pâk, nezih ve iki cihan mutluluğu dolu Tevhid inancını bayraklaştıracaktı. 

Ve Dünya buna şâhid oldu. O Resûl-i Zîşan, kısa zamanda Kâbe'yi cansız putlardan temizlediği gibi, gönüllerdeki putları da İslâm îmânı ile yok ediverdi.

Hayatı anlamak için Biricik rehberimiz Hz. Muhammed (sav)i anlamak elzemdir. 

Çünkü O hayatın hakikatini getirmiştir.
O yoksa hayatımızda, sahte bir hayat sürüyoruz demektir.
.............................................
Sene beşyüz yetmişbir gönüllerde bir muştu
Alemlerin rahmeti Efendimiz doğmuştu
O Nurla onurlandı varlığın her zerresi 
Kainat aydınlandı artık sabah olmuştu

Merhametin zirvesi Çöle inen bir Nur'du
Yaradanın mührünü arz'ın kalbine vurdu
O'nunla doğdu güneş insanlık iklimine 
Hakkın hakim olduğu yeni bir dünya kurdu
 

Yazarın Diğer Yazıları