Enes Tarım

Minyatür hayatlar

Enes Tarım

Hatırlıyorum da; bir süre önce kardeşim tatil için şehir dışına çıkarken muhabbet kuşlarını da bakmamız için bize bırakmıştı. 
Adı galiba “Boncuk” tu.
Elimizden geldiği kadar iyi bakmaya dikkat etmiştik.
Mavi tüyleri vardı ve bayağı hareketli bir kuştu. 
Yemini suyunu düzenli vermeye, iyi bakmaya çalışmıştık.
Küçüklüğünde kızım da severdi böyle ev hayvanlarını. 
Onun isteği ile küçük süs balıklarını evimize konuk edip bakmıştık bir süre.
Bir dönem de küçük bir kaplumbağası vardı sanırım...
Son aldığımız muhabbet kuşu ölünce ailece büyük üzüntü yaşamıştık.
Tören ve seremonilerle bahçeye gömüp arkasından ailece hep beraber dua dahi etmiştik. 
Evimizde yaşamış olan bir canlıya vefa borcu adına… 
Ve o kadar üzülmüştü ki kızım; bir daha yeni bir kuş almak istemedi. 
***
Bunları niye anlattım?
Şunu düşünüyorum; bir canlı almışsınız kafes içerisine koymuşsunuz ve bu canlının tüm ömrü bir kafes içerisinde geçiyor.
Bir evin duvarları onun tüm dünyası…
Dışarı salıp özgürleştiremiyorsunuz da...
Ev hayvanı olduğu için çevre ile uyum sağlayamıyor...
Yiyecek bulamayacağından ya da kendisine zarar verebilecek doğadaki diğer canlılardan ötürü uzun süre hayatta kalamıyor...
Geriye yıllar boyu bir kafes içerisinde tek başına bir yaşam kalıyor...
Arada bir seven, tüylerini okşayan, yemini suyunu veren sahibinden başka kimsesi de yok.
Birkaç günde bir kafesin kapağını açıp biraz uçmasını sağlayarak küçük özgürlükler sunmak dahi sahibinin insafına kalmış...
***
Peki, sizce böyle bir hayat anlamlı mı?
Nefes alıp veren bir canlının böyle bir ömür tüketmesi korkunç bir şey değil mi?
Mesela hayvanat bahçelerinde miskin miskin oturan tüyleri dökülmüş aslanları görünce ne düşünüyorsunuz?
Haşin bir eda ile bir sağa bir sola gidip gelseler de, ormandaki o azametlerinden hiçbir eser yok...
Ya da filler, su aygırları, zebralar, kurtlar, tilkiler, tavşanlar, ayılar, su samurları…
Hayatları bir kafes içerisinde başlayıp yine başka bir kafes içerinde bitiyor...
Küçük bir kafeste bir ömür geçirip ölüp gidiyorlar...
Ne için peki?
İnsanoğlu ne kadar zalim…
İnsan türü ne kadar gaddar... 
***
Geçmiş yüzyıllarda gruplar halinde ava çıkardı kabilelerin savaşçı erkekleri...
Diğer kabilelere baskınlar düzenler; erkekleri öldürür kadın ve çocukları esir alıp köle edinirdi.
Sonraları Afrika’dan siyah renkli kadın ve erkekleri yakalayıp kendi kıtalarında satmaya dönüştü bu iş...
Düşünsenize Afrika’da doğmuşsunuz ten renginiz siyah... 
Bir gün beyaz adamlar geliyor hiç görmediğiniz silahlarla saldırarak sizi yakalıyor zincire vuruyor ve bir geminin içerisinde günlerce haftalarca aylarca yol alarak başka bir kıtaya götürülerek satılıyorsunuz.
Bu yolculukta etrafınızdaki çoğu insan açlıktan havasızlıktan bakımsızlıktan ölüp giderken yolculuk sonunda ölmeyip sağ kaldıysanız ne mutlu size…
Hayat boyu köle olacağınız bir yaşam sizi bekliyor…
Ne kadar acı değil mi?
İnsanoğlu ne kadar zalim…
İnsan türü ne kadar gaddar…
***
Pekâlâ, bugün bizler; özgür insanoğlu ne yapıyoruz, nasıl bir hayatımız var?
Yaşamımız kafeste büyüyen hayvanlardan ya da Afrika’dan getirilerek köle edinilen bir siyahiden ne kadar farklı?
Hayat bize ne veriyor, ne anlıyoruz yaşamdan... 
Neden bu gezegendeyiz, dünyaya neden geldik, ne yapmaya çalışıyoruz?
Hayatımız küçük bir kafeste yaşamaktan çok mu farklı sahi?
Asgari ücretle karın tokluğuna bir iş yerinde patronların yöneticilerin idarecilerin ağız kokularını çekerek çalışarak yıllarını heba etmek…
Tüm bunlar Afrikalı bir siyahi kölenin hayatından daha mı değerli? 
***
Bilmiyorum ama galiba hayat çoğumuza hiç te güzel şeyler sunmuyor. 
Evet, belki küçük şeylerden mutlu olmak lazım.
Hayatta ve sağ oluşumuza şükretmek…
Önümüze atılan küçük ödüllendirmeleri tüketirken yaşadığımız kafeslerde bir ileri bir geri gezinerek yaşamın gelecekte büyük mutluluklar geleceğine inanmak…
Hülasa öyle ya da böyle…
Nefes almaya çalıştığımız şu kısacık hayatta...
Ne yaptığını bilmeden…
Bir kafes içerisinde…
Gezinip duruyoruz biteviye…
Selam ve dua ile…

Yazarın Diğer Yazıları