(1)
Yazının konusu ve içeriğinin uzun olması yazıyı iki bölüm halinde ele alma zorunluluğunu doğurmuştur. Bu yazımızda temsili demokrasiye kadar olan kısım değerlendirilmiş ikinci kısımda ise temsili demokrasinin olumsuzlukları irdelenmiştir.
Demokrasi ve onun varyasyonları günümüzün vazgeçilmez yönetim sistemi olarak kabul edilmekle birlikte kendi içerisinde çok önemli çelişkileri ve yetersizlikleri barındırmaktadır.
Demokrasilerin meşruiyetini sağlayan en önemli unsur olan “sandıktan çıkmak” konusu dahi onu başlı başına tartışma konusu haline getirmektedir. Sandıktan gelen yöneticilerin Kamu yönetiminin başına geçmesi ve “kamu politikalarını” oluşturması neticesinde adaletin sağlanması, liyakatin önemsenmesi ve şura mekanizmasının çalıştırılmasının beklenemeyeceği bu yazının ana teması olmakla beraber konu, yönetim ve kamu yönetimi kavramları ışığında tartışılacaktır.
Yönetim kavramı idare ve sevk anlamında kullanılmakla birlikte, yönetimin değişik biçimlerde tanımlandığı görülmektedir. Bu tanımı tüm insan faaliyetlerini kapsayan genel tanım işletme faaliyetlerini kapsayan tanım ve kamu yönetimini açıklayan tanım olarak ayırılması da mümkündür. İşletme yönetimi anlamında yönetim, “Ekonomik bir amaca yönelik olarak kurulan işletmelerin parasal, mekanik ve iş gücünden oluşan kaynakların optimum biçimde yönetilmesi veya idare edilmesi eylemi.” olarak tanımlanırken kamu yönetimi anlamında tanımladığımızda; “Halkın temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik mal ve hizmetlerin üretimini; kamu politikalarının oluşturulması ve yürütülmesiyle ilgili faaliyetleri; yasaları ve idari düzenlemeleri uygulamakla ilgili süreçleri ve kamu personelinin eylem ve işlemleri ifade edilmektedir. Ancak genel bir tanım yapıldığında yönetim, “İnsanların işbirliğini sağlama ve onları bir amaca doğru yöneltme, yürütme faaliyet ve çabaların toplamıdır.”
Yönetime ilişkin yazılan kaynakların neredeyse tamamında her yönetim modelinin başarı düzeyini etkileyen durumlar; planlama, örgütleme, eşgüdümleme, iletişim ve denetim olarak sayılmıştır. Bu sayılan süreçlerin her birisi oldukça kıymetli olmakla beraber yönetime ilişkin kişisel özellikler ve tercihler değerlendirilmeye alınmadığı için eksik kaldığı söylenebilir. Kamu yönetimi dediğimiz hükümet etme ve ona ilişkin süreçler, insanlık var olduğundan bu yana vardır.
Konfüçyüs’e hükümet etme üzerine sorulan bir soruya, “Halkı yönetmek istiyorsan yeterli besin, yeterli silah ve halkın güvenini sağla” şeklinde cevap verir. “Bunların birinden vazgeçmek gerekirse hangisi ilk olarak gözden çıkarılabilir” sorusuna ise, “silahları gözden çıkar” der. Geriye kalan birisinden kaçınılmaz olarak vazgeçmek gerekirse hangisi gözden çıkarılmalıdır” sorusuna ise “Besini gözden çıkar, insanlar kadim zamanlardan bugüne ölmekteler ama insanların güveni olmaksızın hiçbir şey kurulamaz” şeklinde cevap verir. Bu cevaptan anlaşılması gereken şey kamu yönetiminde, yöneticiye duyulan güvenin çok önemli bir yer teşkil etmesidir.
O halde kamuya hizmet etmek için organize olan merkezi yönetim birimlerinde ve yerel yönetim birimlerinde aranması gereken birinci özellik halka güven verilmesidir. Yönetimin halka güven verebilmesi için öne çıkması gereken başlıklar adalet, emanetin ehline verilmesi ve istişaredir. Bu konuları sırasıyla ele almak gerekir.
Adalet
Devlet idaresinde adaletin önemine değinen Hadislerde, “Kıyamet gününde Allah indinde insanların en şereflisi adil hükümdar; en şerlisi ise zorba idarecidir.” Yaklaşımı önem arz etmektedir. Nitekim bu mealde çok sayıda ayet, hadis ve anekdot mevcuttur. Adalet toplumda barış ve güveni tesis ederken adaletsizlik, toplumda kin, nefret, düşmanlık ve parçalanma gibi olumsuz sonuçlar meydana getirmektedir.
Adaletin, siyasal sistemlerin başarısı için en önemli faktörlerden olduğu fikri birçok İslam düşünürü tarafından da ifade edilmiştir. Yusuf Has Hacip'in eserinde adalet dairesi şu ifadelerle dile getirilmektedir. “ Memleket tutmak için, çok asker ve ordu lazımdır; askeri beslemek için de çok mal ve servete ihtiyaç vardır. Bu malı elde etmek için, halkın zengin olması gerektir; halkın zengin olması için de, doğru kanunlar konulmalıdır. Bunlardan biri ihmal edilirse, dördü de kalır; dördü birden ihmal edilirse, beylik çözülmeye yüz tutar" tespiti oldukça manidardır.
Nizamülmülk ise Siyasetnamesinin birçok yerinde hadisler zikrederek, hikâyeler anlatarak yöneticinin adil olması gereğini vurgulamıştır: "Memleket düzeni ve siyaset usulleri iyi ve mazbut konulduğunda Müslümanlık ve adalet doğru dürüst yürüdü. Allah daha iyi bilir ama padişah insaflı ve adil olursa, halk daima huzur içinde bulunur" değerlendirmesini yapmıştır. Koçi bey ise hazırladığı risalede, "Velhasıl Osmanlı saltanatının şevket ve kudreti asker ile, askerin ayakta durması hazine iledir. Hazinenin geliri reaya iledir. Reayanın ayakta durması adalet iledir. Şimdi âlem harap, reaya perişan, hazine noksan üzere...” şeklindeki tespitler yönetimlerin adalete önem vermesi konusunda ikazlarda bulunmuştur.
Emaneti Ehline Vermek
İslam idarecilik anlayışında emanetin ehline verilmesi oldukça önemsenmiştir. Hz. Muhammed bir hadisinde; “Emanet zayi edildiğinde kıyameti bekle” demesinin ardından bir Bedevi, “ Emaneti zayi etmek nasıl olur” sorusuna cevaben, “Yönetim işi ehil olmayanlara verildiğinde kıyameti bekle” diyerek ehliyet ve liyakatin önemi vurgulanmıştır.
Emanetin ehline verilmesi kamu yönetimi literatüründe “liyakat” kavramı ile açıklanmaktadır. Liyakat, tüm tarihsel dönemlerde üzerinde durulan ve yönetime egemen kılınması gereği konusunda fikir birliği sağlanan kavramlardan biridir. Platon’un ideal bir devlet yapısının nasıl olması gerektiği üzerine kaleme almış olduğu Devlet isimli eserinden, Maverdi’nin devlet yönetimini sistematik bir şekilde incelediği El-Ahkamü’s Sultaniye eserine, Max Weber’in Bürokrasi Kuramından günümüzde devlet yönetimi ile ilgili yazılmış birçok esere kadar liyakat kavramına ayrı bir önem verilmiş ve devlet yönetimi açısından dikkate alınması gereken en önemli faktörlerden birisi olarak ele alınmıştır.
İstişare
İstişâre, herhangi bir konuda karar alınmadan önce, yetkili kişilerin görüşünü öğrenmek, konu hakkında etraflı bir şekilde araştırma yapmak, fikir alış-verişi yapmak şeklinde tanımlanabilir. İstişare, alınan karaların uygulanması safhasında uygulamaya sokulan politikanın ta’dil edilmesini de gerektirebilir. Zaten istişare, herhangi bir meselede en güzel yönünü bulmak, hata ihtimalini aza indirmek maksadına yönelik olmalıdır.
Peygamberimiz Ali İmran’daki ayette “İş hususunda onlarla müşavere et” emri gereğince, önemli meselelerde sahabe ile istişarelerde bulunmuştur. Bedir, Uhud, Hendek savaşlarında ve Hudeybiye antlaşması gibi önemli konularda, sahabe ile istişare ederek karar almıştır. Hz. Ebubekir de ”İşlerinde Allah’tan korkanla istişare et; selamet bulursun” diyerek istişarenin kimlerle yapılması gerektiğine ilişkin öneriler yapmıştır. Hz. Ömer ise “Davalarını istişari yolla halletmeye çalışan bir millet, idaresinde en doğru yolu bulmuştur” diyerek devlet ve millette istişarenin önemini çok güzel ifade etmektedirler. Osman Gazi oğlu Orhan Gazi’ye nasihatinde: “Bildiklerini ulemaya danış, bir şeyi iyice bilmeden harekete başlama...” demiştir.
İstişarenin önemini ortaya koyan örnekler artırılabilir. Fakat konunun anlaşılması için verilen örneklerin yeterli olduğu düşünüldüğünden demokrasilerde adaletin, liyakatin ve istişarenin yeterince önemsenmediği üzerinde durulabilir.
(Devam Edecek)