Bir toplumun biz olabilmesinin temel argümanları hiç şüphesiz paylaşılan ve yaşatılan kültürel değerlerdir. Bu kültürel değerler maddi kültürel değerler ve manevi kültürel değerlerdir. Gerçekte bu iki unsur birbirinden bağımsız düşünülemez. Mimari unsurlar, musiki ve edebiyat maddi kültürel değerler olarak karşımızda dururken bütün bu değerlere etki eden ve şekillendiren şey ise manevi kültürdür. Sosyologlar milletleri millet yapan maddi, manevi ortak değer ve müesseselerin hepsine kültür adını veriyorlar. Kültür denildiğinde akla “dil” gelmektedir. Dil kişiler arasında duygu ve düşünce akımı meydana getiriyor. Milletler duygu ve düşüncelerini yazıya geçirince, daha sağlam ve kalıcı bir birlik meydana geliyor. Zira yazı sayesinde duygular ve düşünceler hem zaman hem de mekân içinde yayılıyor.
Amerikalı sosyolog Margeret Mead, kültür kavramına, tabiatın dışında bir toplumun hayatına şekil veren maddi manevi her şeyi sokmakta. Bir millete mensup olan her fert, o milletin kültürünü, dilini, dinini, zevkini, inançlarını, örf ve adetlerini beraberinde taşır. Bu yönden bakıldığında ise kültür fertleri aşan şekil, yön ve şahsiyet veren bir varlıktır. Alman filozofu Hegel buna objektif geist= “maddeleşmiş ruh” adını veriyor. Hegel’in kültüre objektif geist demesinin sebebi, kültür sahasına giren her şeyde, insan ruhuna has, manevi bir değerin, duygu ya da düşüncenin maddi bir hale gelmesidir. Mesela bir cami veya kilise dıştan bakıldığında şekil almış bir madde yığınıdır, objektiftir. Fakat bu ibadethaneler sadece maddeden ibaret değildir. Onlar ortak inançların ifadesidir.
Kültürün şekillenmesinde inançların çok büyük etkileri olmuştur. Şehirler ve kasabalar camilerin etrafında kurulmuş bunu alışveriş yapılacak pazarlar takip etmiştir. Camiler eğitim sistemini de bünyelerinde kurdukları medreseler ile şekillendirmişlerdir. Edebiyatımızın sayılı eserlerinden sayılan Mehmet Akif’in “Fatih Camii”, Yahya kemal’in “Süleymaniye de bayram sabahı” başlıklı güzel şiiri camiinin toplumsal yaşantımızdaki yerini ortaya koyan önemli eserlerdir. Buraya kadar yapılan açıklamalardan sonra kültür için rahatlıkla “İnsanoğlunun maddi ve manevi ihtiyaçlarının maddeleşmiş şeklinden ibarettir” tanımını kullanabiliriz.
Bilge Kral, Kültür ile uygarlık kavramları hakkında şu tespitleri yapmıştır. “ Uygarlık zekânın, tabiat ve dış dünya üzerindeki tesiri demektir. Kültür ise insan olmak hüneridir. Uygarlık işlemek, üretmek, yönetmek, şeyleri daha mükemmel yapmak maharetidir. Kültür durmadan kendi kendini yaratmak, uygarlık ise dünyayı durmadan değiştirmektir. Uygarlık manevi değil teknik gelişmenin devamıdır ve sonucunda insanın maddeye bağımlılığı artmaktadır. Kültürün hamili insandır, uygarlığın hamili ise toplumdur. Kültürün gayesi terbiye sayesinde kendi kendine hâkim olmak; uygarlığın gayesi ise ilim sayesinde tabiata hakim olmaktır. İnsan, felsefe, sanat, şiir, ahlak, inanç kültüre aittir. Devlet, ilim, şehirler, teknik, uygarlığın hususiyetleridir.”
Kültürel değerler ve yaşam tarzları yukarıda da belirtildiği üzere binaların yapım tarzını ve kullanılış gayesini de belirlemektedir. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de Varlığın bütünlüğü ve insanın yüceliği göz önünde tutularak dünyanın düzenlenmesi gerekir. Fakat maalesef günümüzde insanın bilinçlenmesi ve insan olarak güzel bir dünyada yaşaması amaç olmaktan çıkmış ve insan, teknolojinin, idari ve mali güçlerin hakir bir aleti, bir hizmetkârı haline getirilmiştir. Çağın bu yanılgısı mimariye yansımış, teknolojiye, ekonomik çıkarlara öncelik veren, insanı küçülten, ezen, dramatik çelişkiler içinde insanın bilincini, seçme ve karar verme hak ve yeteneklerini kısıtlayan biçimler, dev ölçüler ve gayri insani bir dünya doğmuştur. İnsanın görevi bu duruma karşı çıkma, bilinçli olarak dünyayı güzelleştirmektir. Bu çabası içerisinde insanın, varlığa, tabiata, insana saygılı, içerisinde varlığını, yüceliğini idrak edeceği bir çevreyi, bir mimariyi geliştirmesi zaruridir.
Bir milletin bütün fertlerinin bilmesi, benimsemesi gereken kültür hazinelerinden birisi de tarihtir. Zira tarih, bir milletin hemen hemen bütün varlığına eşittir. Tarih, bir milletin geçmişteki varlığı, onun mirası bu güne kalan hatırasıdır. Yazılan tarih yaşanılan tarihin çok küçük bir kesitidir. Biz yaşanılan tarih veya geçmiş hakkında o devirlerden kalma vesikalar, kitaplar veya eşyalar vasıtasıyla bilgi ediniriz. O halde bizim için eski dönemlerden kalan her şey önemlidir, kıymetlidir.
Hasılı kelam: kültür, dil ve tarihine bilincine sahip olan ve bunları koruyabilen milletler birlikteliğini koruyabilir.