Şehir yönetimleri geçmişten günümüze bütün siyasal sistemlerin ilgi alanında olmuştur. Çünkü şehirlerin adil, paylaşımcı, ehliyet ve liyakate önem verilerek yönetilmesi tüm ülkede adaleti ve sosyal barışı sağlarken tersi durumda ülkede çok çeşitli sorunlar doğmaktadır.
Şehir yönetimlerinin önemini kavrayan en önemli düşünürlerden birisi Farabi’dir ve İslam kent yönetim düşüncesini etkileyen önemli çalışmalardan birisi olan Erdemli Şehir (El- Medinetü’l Fazıla ) başlıklı çalışma ona aittir. Bu çalışmada Farabi, kentlerde yaşayan insanların mutlu olmaları için nelere dikkat etmesi gerektiği, erdemli toplumun yöneticisinin özellikleri, cahil ve sapkınlık içerisinde olan şehir halkının özellikleri üzerinde durmuştur. Farabi’nin bu çalışması ütopik bir yaklaşım olarak görülse de erdemli toplumları (şehirleri) sayarken toplumsallaşma, yardımlaşma ve adaleti merkeze almış olması bu eseri günümüz kent yönetiminde de başvurulabilecek kaynaklar arasına katmaktadır.
Farabi’ye göre; Her insan varlığını sürdürme ve yetkinliklerinin en üstüne ulaşma hususunda birçok şeye muhtaç bir tabiata sahip kılınmıştır. Bu nedenle her bir insan bir diğerine ihtiyaç duyar. En üstün iyilik ve mükemmelliğe ancak şehirlerde ulaşılabilir değerlendirmesi, Gerçek anlamda iyinin, seçme ve irade ile elde edilebilir. Aynı şekilde, kötülükler de ancak seçme ve iradenin ürünleridir ve şehrin insanları birtakım kötü amaçlara ulaşmak için birbirlerine yardım edebilirler yaklaşımı önemlidir. O halde insanları, kendileriyle hakiki anlamda mutluluğun elde edildiği şeyler için birbirlerine yardım etmeyi amaçladıkları bir şehir erdemli, mükemmel bir şehirdir. İnsanları mutluluğu elde etmek için birbirlerine yardım eden toplum erdemli mükemmel bir toplumdur.
Farabi bu çalışmasında erdemli toplumun zıddı olan toplumları da saymış; Cahil şehir, bozuk şehir, karakteri değişmiş şehir, yanlışlık içinde olan şehir gibi birtakım ayrımlara da gitmiştir. Cahil şehir için, halkı mutluluğu bilmeyen, görünüşte iyi olanları iyi zanneden şehirdir ki, bunlar beden sağlığı, zenginlik, şehevi zevkler, insanın kendi arzularının peşinden koşma serbestliği, saygı ve itibar görme gibi hayatta geye olduğu düşünülen şeyler olduğunu ifade etmiştir.
Günümüz modern kentlerinde yaşanan sosyal sorunların ve eşitsizliklerin giderilmesinde, temelini İslam dininden alan bazı esasların uygulamaya sokulması barışı ve sosyal adaleti sağlayacaktır. Bu esaslar;
1- Mutlak vicdan özgürlüğü,
2- Mükemmel insani eşitlik,
3- Sağlam ve güvenilir sosyal dayanışma olarak sayılabilir.
Mutlak vicdan özgürlüğünde hedef kişinin Allah’tan başkasına kulluktan ve ibadetten kurtarılmasıdır ve son derece önemli görülmektedir. Zira insan ancak bu halde özgürleşecek aksi halde siyasetçilerin kullanımına müsait araçlara dönüşecektir. İnsani eşitlikte ise “ Arabın Aceme, Acemin Araba üstünlüğünün olmaması” insanların ırki temelde eşitliğini ifade eden bir yaklaşımdır ve günümüzdeki eşitsizliklerin giderilmesinde uygulanması gereken önemli referanslardan biridir. Sağlam ve güvenilir sosyal dayanışmada ise Toplum içindeki zayıf ve güçsüzlerin koruma zorunluluğu, akraba dayanışması, ailenin kendi içinde dayanışması ve komşu aç iken tok yatılmaması direktifi kent toplumunda sosyal adaletin sağlanmasında önemli uygulamalar olarak dikkati çekmektedir. Ayrıca, dini, dili, rengi ne olursa olsun düşenin kaldırıldığı, yoksulun gözetildiği, açın doyurulduğu ve yetimin gözetildiği kent mekânları ayrışma ve eşitsizliklerin değil sosyal dayanışmanın ve barışın mekânları haline gelecektir. Bunun olabilmesi her şeyden önce kent insanı ve kent yöneticilerinin istekli olmasına bağlıdır. Yani;
1- Sistem kurulmalı- (Sadaka, İnfak ve Zekâtların toplanması ve dağıtılması)
2- Kent halkı bu iyilik sisteminin işletilmesini istemeli/desteklemeli
3- Yöneticiler, hem kendilerini hem de sistemi kontrol etmelidir.
Günümüz kapitalist sisteminin en sorunlu yönü olan servetin belli merkezlerde birikmesi kurulacak yapı ile önlenebilir. Malın insanlar arasında dağılımının artması, sadaka, zekat ve infak sisteminin sağlıklı bir şekilde kurulmasına bağlıdır. İslam, emeğe ve çalışmaya değer verdiği gibi mülkiyet hakkına da değer vermekte ve fakat aynı zamanda zenginin malında fakirin hakkının da bulunduğunu kabul etmektedir. Bu sistem sayesinde kentlerdeki ekonomik eşitsizliğin mağduru olan yoksulların ekonomik sıkıntıları azaltılacak, mal sahiplerinin sayısı artacak, ücretlilerin sayısı azaltılacak dolayısıyla devlete bağımlı durumda olan kişiler ona bağımlı olmaktan kurtulacaklardır.
Vahşi kapitalist ekonomik sistemin önemli eksikliklerinden birisi de İnsani değerin yoksunluğudur. Bu durum İslam ülkelerinin kent yönetim sistemlerini de olumsuz etkilemiş, insani ve İslami düşünceden uzaklaşan yönetimler önemli sorunlarla yüzleşmek zorunda kalmışlardır. Farklı bir şekilde ifade etmek gerekirse; Farabi’nin ortay koyduğu gibi insanlar iyilik üzerinde mi yardımlaşacak yoksa “Cahil şehir” halkları gibi arzularının peşinden koşanlardan mı olacak?
Bu tercihin ortaya konulmasında en önemli sorumluluk kent yöneticilerine düşmektedir. İslam şehirleri insanların huzur ve sosyal adalet prensipleri doğrultusunda yaşamalarını hedeflemiştir. Kentlerdeki eşitsizliklerin temelinde yönetimsel yanlışlar ve yönetici yetersizlikleri olduğunu gören İslam inanç sistemi, bu amaca yönelik olarak yöneticilerde bulunması gereken vasıfları da zikretmiştir. Bunlar: Müslüman olmak (Al-i İmran Suresi:85), Adalet ve Takva sahibi olmak (Bakara suresi:124,204,205), Bilgili Olmak (Zümer Suresi: 9), Bedenen Sağlam Olmak ( Bakara Suresi:247). Şeklinde sayılabilir. Kent idarecisinde olması gereken bu özellikleri tamamlayıcı diğer hususları da Farabi ortaya koymuştur. Bunlar; Yöneticiler adaletli olmalı ve adalet ehlini sevmeli, doğruluğu ve doğruları sevmeli, dünyalıklara göz dikmeyecek derecede şahsiyet ve onur sahibi olmalı, azim ve irade sahibi olmalı, söylenen her şeyi kavrayıp anlamalı ve kuvvetli hafızaya sahip olmalı gibi konuları vurgulamıştır.
Ekonomik ve siyasal gücü bir arada bulundurarak bunu servet toplamada bir araç olarak kullanılmasına da karşı çıkan İslam yönetim modeli, yöneticilerin halkın içinde ve orta seviyeli bir vatandaş gibi hayat sürmeleri şartını koşmaktadır. Bu her şeyden önce yöneticilerin halktan kopmasını engelleyen bir uygulamadır.
Kentler geçmişte de günümüzde de feryadın en yoğun olduğu, servetin ve iktidarın yoğunlaştığı ve belli ellerde toplandığı alanlardır. Bu nedenle kentsel alanlar eşitsizliklerin her türünün en yaygın görüldüğü yerler olagelmiştir. Bu durumun değişmesi her ne kader ütopya olarak görülse de İslam şehirlerinde mümkün olabileceği, İslam dininin sosyal adalete ve paylaşıma verdiği önemden hareketle ifade edilebilir.