Ali Canpolat

Değerlerimiz

Ali Canpolat

Değer sözcüğü Latince’ de kıymetli veya güçlü olmak anlamlarına gelen valere kökünden gelmiştir. Osmanlıca’ da ise cevher, kıymet gibi karşılığı olan değer kavramı, etimolojik açıdan Türkçe’ de değmek kökünden türetilmiştir.

Türk Dil Kurumu sözlüğünde değer, bir şeyin önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü, bir şeyin değdiği karşılık, kıymet; bir varlığın psikolojik, toplumsal, ahlaksal ya da güzellik yönünden taşıdığı düşünülen yüksek ya da yararlı nitelik olarak tanımlanmıştır.

Değer tanımı bu derece önemli iken şunu unutuyoruz; değerlerini kaybeden toplumda bireyler bencilleşerek, sadece ben diyerek toplumun yıkımına sessizce neden olmaktadırlar.  

Eksiklik nerede sorularıyla zihnimizi sorgularken felaketleri unutuyoruz.

Değerlerin yokluğu; kalplerde vicdansızlığı, merhametlisizliği ve adaletsizliği doğurur, toplumda kargaşa meydana gelir..

Toplum düzeni değerlere bağlıdır.

Değer tanımını bilen, minval üzerine değerlerine sadık insanlar önce iç maneviyatta rahatlığı hisseder, bencillik duygusundan uzak; faydalı olma çabasıyla ve netice itibariyle de maneviyatı güçlü toplum inşa edilir.

Değerden, değerlerden ve değerlerimizden uzak toplumlarda ahlaki çöküntüler bir ağacı kuşatan yabani mantarlar gibi geleceği kuşatırlar…

Düşünceler sığlaşır ki sadece ahlakın kadınlarda olduğunu düşünürüz. Oysaki ahlak toplumun tamamındadır. Ahlakın yelpazesi o kadar geniştir ki yerlere çöp atmaktan, haksızlık yapmamaya veyahut işlerini düzgün yapmaya kadar örnekleri genişletebiliriz. 

Değerlerin içerisinden hoşgörülerde ortaya çıkar.

Nasıl mı?

Tabi ki ortak değerlerimizle hoşgörü oluşur. Unutmayalım ki gökkuşağına görsel güzelliği veren renklerdir. 

Değerlerin sonucu saygıdır. Daha ilerisi edebiyattır.

Evet! Edebiyat..

Unuttuğumuz edebiyatçılarımız, bizim ortak değerlerimiz. 

Ömer SEYFETTİN’ den bahsetmek istiyorum. 

Anadolu hikâyeleri buram buram kokar, Ömer SEYFETTİN’ in. 

Hikâyelerini birçoğumuz biliriz. 

Ancak; benim burada bahsetmek istediğim yüzlerce eser bırakan o büyük önde giden Türk Edebiyatı yazarının ölüm hikâyesidir. Ömer SEYFETTİN çok genç yaşında şeker hastalığına yakalanmış, ama ne yazık ki o zamanlar şeker hastalığını bilen yok. Doktorlara gidiyor ancak;  ne yazık ki çare yok… Bırakın Osmanlı İmparatorluğunu tüm Dünyada bu asrın hastalığı teşhis edilmemiş… Yanlış tedaviler ile gün geçtikçe erimişti vücudu, eklem ağrıları için romatizma tedavileri uyguluyorlar ve şeker hastasına bolca “mandalin, portakal ve üzüm hoşafı” içmesini tavsiye ediyorlardı. Bu tedaviler ile yavaş yavaş ölüme sürükleniyordu, eskiden yaşayan ve bu hastalığı bilmeyen binlerce insan gibi…

Büyük yazarı hastaneye bir arkadaşı götürmüş, yatağında sessizce ve tek başına gözlerini bu hayata yumuyordu, Ömer SEYFETTİN. Vefatında büyük yazarı kimse tanımadığı ve kimsesiz olduğunu düşündükleri için Tıp Fakültesi öğrencilerinin gözlerinin önünde vücudu kadavra olarak kullanılıyordu. Basında fotoğrafı yayınlanınca tanıyanlar üstadın cesedini kurtarmaya koşmuşlardı. 

Zaman hızlı geçiyor; geç olmadan değeri bilelim ve değerlerimize sahip çıkalım.

Yazarın Diğer Yazıları