Vahdettin Yiğitcan

Malatya Kültürel Açlığın Pençesinde!

Vahdettin Yiğitcan

Başlıktan hemen irkilmeyin efendim izah etmeye çalışıyorum, en kestirme ifadesiyle köy ortamında şehirli, şehir ortamında da köylü gibi davranmak sizi iyot gibi açığa çıkarır, anında fark edilirsiniz.

Sözün özü, davranışlarınızın, bulunduğunuz mahallin yazılı olmayan kural ve kaidelerine aykırı düşmemesi olarak özetlenebilir.

Çıtkırıldım bir kravatlı şehirli beyin, bir köy ziyaretinde ahırı gördüğünde tiksintiyle burnunu tutması ne kadar ayıp ve münasebetsizse, bir köylünün de şehrin yüzlerce yıllık deneyim sonucu oluşan insan ilişkilerindeki gelenek ve incelikleri hiçe sayarak kafasına estiği gibi davranması ayıp ve de münasebetsiz bir davranıştır. 

Evvela söyleyeyim, iş bu yazı hiç bir kişi ya da zümre hedef alınarak yazılmamıştır. Tamamen farazi değerlendirmelerimden yola çıkılarak insicamı tersyüz olmuş toplumsal yapımızı anlamak ve uyarmak niyetiyle kaleme alınmıştır.

Bu yazının yazılış maksadı, toplumumuzu oluşturan sosyolojik katmanların çeşitli saikler sonucunda giderek duyarsızlaşması ve kangrene dönüşen sağırlığına tepkiden başka bir şey değildir.

İnsanlığın en kadim ve devam eden sorunu, doğuştan gelen doğal farklılıklara giydirilen ve dayatılan imtiyazlar, insanlar arası eşitsizliğin temelini oluşturmuştur. 

İnsan olmak açısından kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur. Gözünü dünyaya açtığın yer (coğrafya) ve aile de mutlak belirleyici değildir. Çünkü insan, "akıl" nimetiyle ödüllendirilmiş yegane doğuştan imtiyazlı tek varlıktır. 

Aklını kullanmak, köylü, şehirli, kasabalı herkesin görevidir.

Ancak, seçilen yahut içinde bulunulan hayat tarzlarının kuralları ile uyumlu olmak, yani, medeni davranış biçimlerimiz, kişiliğimizi yansıtan en önemli göstergelerdir. 

Arap toplumlarında "Cahiliye Dönemi"nin uygulamalarında kölelikle karşımıza çıkar insan onurunun aşağılanması...

İkinci Dünya Savaşından sonra ise, Batı aleminde, dünya barışı ve insan onurunu korumayı ilke edinen "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi" Birleşmiş Milletlerde kabul edilmiş ve 10 Aralık 1948 yılında yürürlüğe girmiştir. 

Ne yazık ki dünyanın hemen hemen her yerinde özellikle de Batılı ülkelerde insan onurunun çiğnenmesi günümüzde de en vahşi biçimleriyle el'an devam etmektedir. Temelde insan hakları, hiçbir sınıflamaya tabi tutulmaksızın istisnasız her insanın hakkıdır. Benim burada sözünü ettiğim sorun ise yaşam ortamlarının getirmiş olduğu kültürel davranış ve yaşayış biçimleri üzerine uyumsuzluk eleştirisinden başka birşey değildir.

Malatya Aldığı Göçün Altında Ezilmiş

İnsan hakları düşüncesi, toplumsal yaşam içerisinde geçerli ve gerekli bir haktır ve toplu yaşam ortamında doğmuştur insan hakları fikri.

Düşünün, dağ başında veya bir adada tek başına yaşayan insanın insan hakkından söz edilebilir mi? Yalnız yaşayan insan için sadece kendi çıkarı ve yararı vardır. Sınırsız ihtiyaçlarını gidermek açısından hiçbir kurala tabi değildir. Yaşadığı ortamda kendisini sınırlayacak bir başka insan bulunmamaktadır. Yalnız insanın "bencilliği" doğal ve de normaldir.

Toplumsal yaşam ortamında ise insanlar sayısız sınırlamalar ve ihtiyaçlarla karşı karşıyadır. Her türlü ihtiyaç ve talebini belirli kurallar çerçevesinde hukuki yoldan gidermek zorundadır. İnsan ilişkileri de hakeza, belirli medeni davranışlar içerisinde şekillenir.

İnsanların toplu halde yaşayarak hayatlarını idame ettirebilecek varlık olmaları nedeniyle en küçük yaşam topluluğu olan mezradan başlayarak büyüdükçe şöyle isimlendiriliyor yerleşim alanları ; köy, kasaba, ilçe ve il yani şehir.

Mezra ortamının gerektirdiği şartlar neyse insanların davranış biçimleri de o yönde gelişir. Köy, kasaba, ilçe ve il olmanın da kendi içinde özgün kuralları ve davranış şekilleri vardır. 

Örneğin yaşadığımız il olan Malatya şehrini göz önüne alalım.

Malatya son 40 yıldır Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizden ciddi oranda göç aldı. 

Göç almak esasen fena bir durum değildir. Göç almak aslında her yönden zenginleşmek anlamı taşımaktadır. 

Bir şehir göç alıyor ve aynı zamanda da göç veriyorsa o şehirde toplumbilimcilere yani sosyologlara eski deyimle de içtimaiyatçılara tahlil, tespit ve öneri sunmaları bakımından çok iş düşüyor demektir.

Toplumbilimcilerden önce belediye başkanlarının omuzlarına, alınan ve verilen göç nedeniyle şehrin değişmekte olan sosyolojisinin ilin değerleriyle kaynaşması ve değerlerin korunması hususunda çok önemli kültürel sorumluluklar yüklenmektedir... 

Yaklaşık üç yıldır Malatya'da yaşıyorum. Gözlemlediğim kadarıyla maalesef şehrin insicamı altüst olmuş durumda.

Kültürel etkinlikler adına Malatya tam bir çöl ortamı yaşıyor. Belediyeler, sivil toplum kuruluşları ve üniversiteler ne yazık ki, halka açık hiçbir kültür faaliyeti içerisinde değiller. 

Geçen yıl Adana'nın Seyhan İlçesinde gördüğüm şu örnek ne demek istediğimi gayet açık anlatıyor.

Tarihi bir Adana konağını onarımdan geçiren Adana Ticaret Odası yenilediği binayı Çukurova Üniversitesinin hizmetine sunuyor.

Çukurova üniversitesi ise binayı her hafta aklımda yanlış kalmadıysa çarşamba akşamları öğretim üyelerince verilecek halka açık, halkı aydınlatma sohbetlerine tahsis ediyor.

Dileyen her insan konun uzmanı bilim adamlarını dinleyerek doğru kaynaktan bilgilenme imkanına kavuşuyor. Hizmet bu...

Sözlü kültüre sahip bir millet olduğumuzdan Çukurova Üniversitesinin bu yöntemi seçmesini çok isabetli bulmuştum.

Yukarıda sözünü ettiğim gibi dağ başında yaşamadığımıza göre yaşadığımız şehir ortamın gereklerine uymamız ve bu yönde bilgilenmemiz biz şehir ahalisini medeni vatandaşlar seviyesine yükseltecektir. Burada asıl sorumluluk dağılımı başta belediye başkanları olmak üzere vali, üniversite rektörleri ve sivil toplum kuruluşları başkanlarına düşmektedir.

Saydığımız ilgili şahıslar uyarılarımızı duyarlar ve gereğini yaparlarsa, kendileri adına Malatya'ya karşı tarihi görev ve sorumluluklarını yerine getirmiş olurlar...

Başkanların Konuşma Becerileri Gelişmemiş

Malatya'ya geldiğim yıl Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Çakır'dı. Kültürel faaliyet adına halka açık hiçbir icraatına rastlamadım. Malatyalı olmaları nedeniyle İslami tefekkürün önde gelen mütefekkirlerinden merhum Mehmet Said Çekmegil ve Romancı ve yazar Hüseyin Karatay'ı anma toplantılarını izlemiştim. Bu tür toplantıları belediyelerin Malatya'ya yönelik şirinlik faaliyetleri olarak değerlendiriyorum.

Ahmet Çakır'dan boşalan koltuğa kurulan Hacı Uğur Polat da kültürel faaliyet adına bir varlık gösteremedi.

Günümüze geldiğimizde Selahattin Gürkan'ın, Eskimalatya Belediye Başkanlığı sırasında tarihi eserlerimize yaptığı onarımları görmemek inkar etmek olur; böylesi bir nankörlüğü yapamam. 

Hele o ilk yıllardaki Uluslararası Kervansaray Buluşma Toplantıları muhteşemdi...

Eskimalatya gibi sosyal dokusu darmadağın olmuş bir yerde Sanat Sokağı oluşturmak başlı başına bir cesaret örneği. 

Ne var ki, bütün bu hizmetler insan unsurunun eğitim ayağı ihmal edildiğinde amacına ulaşamıyor.

Gürkan'ın müze tutkusunu da unutmamak lazım, kültürel hizmet adına takdir ettiğim özelliklerinin başında geliyor açtığı müzeler.

Selahattin Gürkan, Malatya Büyükşehir Belediye Başkanlığına geldiğinden bu yana asfalt, yol, su, kanalizasyon ve hiçbir anlam veremediğim kurban kesmeli ziyaretler ve ziyafetlerle meşgul! 

Yeri gelmişken hatırlatayım. Kurban kesilerek karşılanmak çok değerli bir karşılama yöntemi ise, Gürkan, 25 Ekimde Malatya'ya geleceği bildirilen Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı havaalanında kurban keserek karşılasın da dosta düşmana karşı Malatya'nın yüzünü ağartsın...

Biz tekrar konumuza dönelim.

2020 yılı ardarda gelen felaketlerle dolu bir yıl oldu. Koronavirüs salgını halen artarak devam etmekte.

Sözü fazla uzatmanın anlamı yok, Selahattin Gürkan da kültürel hizmet adına hiçbir girişimde bulunmadı.

Pandemi ve çeşitli haftalar nedeniyle tertip ettiği konserler laylaylom etkinliklerinden öte bir anlam taşımıyor. Arabada konser ve Arabada Sinema hizmetleri ise, arabalı sınıfa özel, ayrıştırıcı ve vatandaşları incitici uygulamalardı. En büyük projem diyerek yanlış adlandırdığı "Sosyal Entegrasyonu"nu, doğru ifadesiyle, "Hizmette Ayrıcalık Olmaz" ilkesini dinamitleyen faaliyetlerdi. 

Bütün bunları, acı söylediğimin farkında olarak dile getiriyorum.

Malatya, bir büyükşehir iki de ilçe belediyesi olarak üç belediye tarafından yönetiliyor.

Bu üç belediyenin de entelektüel anlamda hiçbir kültürel etkinliği ne yazık ki yok!

Çok mu zor bir salon tahsis etmek ve bir uzman davet ederek halka açık sohbet toplantısı tertip etmek.

Üniversitelerimiz de kendi içlerine kapanık, vatandaşın ilmi halinden bihaberler. Varsa yoksa kurumlarını tahkim etmek...

Sivil toplum kuruluşlarına gelince, özel, milli gün ve dini günlerin mesaj yayınlama kuruluşlarına dönmüşler. Varla yok arası bir yerdeler. Hani derler ya, "olsa da olur, olmasa da", böyle olacaksa STK'larımız, olmasalar daha iyi olur!

Yeşilyurt Belediye Başkanı Mehmet Çınar'ın "Millet Kıraathanesi" sayısını 8'e çıkarmasını önemli bir hizmet olarak takdir ediyorum. Ayrıca, kültürel hizmetin önemli bir boyutu olan müze çalışmalarını da eksikliklerine rağmen ilgiyle izliyorum.

Battalgazi Belediye Başkanı Osman Güder'in birçok söz vermesine karşılık kültürel anlamda bir icraat meydana koyamadığını belirtmeliyim. Şemsiye Sokağın şemsiyelerini yenilemesini, maske dağıtmasını, okulların açılması vesilesiyle okullara gidip öğrencilere hayırlı olsun demesini, esnaf ziyaretlerini kültür faaliyeti olarak maalesef değerlendiremiyorum.

En önemlisi de belediye başkanlarımızın çok önemli bir nakısası, diyalog denilen, medeni anlamda karşılıklı dinleyerek konuşma becerilerinin gelişmemiş olması.

Sayın Selahattin Gürkan, üç yılın sonunda nihayet fark etti ve geçtiğimiz günlerde aradı. Çay içme davetinde bulundu. Bu vesileyle eskilerin ifadesiyle ru be ru görüşme fırsatı bulduk.

Sayın başkanlara önerim, hasbi olduğuna inandığınız insanlarla zaman zaman bir araya gelerek istişari anlamda konuşunuz. Bu konuşmalar ufkunuzu açar, yeni projeler üretmenize vesile olur, yanlış bir gidişat varsa da engel olunur. Konuşmaktan asla zarar görmezsiniz.

Yazarın Diğer Yazıları