Vahdettin Yiğitcan

Malatya'da Siyaset, STK'lar ve Gazetecilik

Vahdettin Yiğitcan

Evet değerli okurlar, bu şehrin tek sorunu, yönetim aksaklıkları ve kişisel beceriksizliklerden kaynaklanmıyor...

Malatya Milletvekili Hakan Kahtalı'nın günümüzden yıllar önce şehrimizin ve bölgemizin ihtiyaç duyduğu oksijen tedavi merkezinin Malatya Eğitim ve Araştırma Hastanesinde hizmete gireceğini söylemiş olması ve halâ vaad edilen hizmetin yerinde yeller esmesi hiç de yadırganacak bir durum değil. 

Çünkü, yıllardır meydanı boş bulanlar korkusuz ve güvenle atıp tutmakta sınır tanımıyorlar... 

İnsicamsız ve de imamesi dağılmış bir yapı arz ediyor Malatya... 

Kerameti kendinden menkul, hamakat abidesi zat-ı şahanelerden oluşan, sözümona " Dar-ül Rıfat" Malatya...

En büyük ve korkunç vahim sonuçları doğuran yegâne sorunumuzu özetleyecek olursam; şehrimizin elle tutulan gözle görülen siyasi ve sosyal yapısında yer alan özel ve tüzel tüm kişi ve kurumlar ne teessüf ki, kendi başına buyruk bir savrulmuşluk örneği sergilemekteler... 

Her kişi ve kurumun burnu Kaf Dağında. 

Bir diğer ifadesiyle kimse burnundan kıl aldırmıyor...

Kimsenin kimseyi dinlemeye, anlamaya, empati yapmaya ne tahammülü var ne de niyeti!... 

Yazımızın girişinde adı geçen milletvekilimiz Hakan Kahtalı ismine takılıp odaklanmayın...

Hakan Kahtalı'nın, "Hiperbarik Oksijen' tedavisinin şehrimizde de yapılacağı üzerine yıllar önce verdiği müjde nedeniyle yazımızda ismi geçmişti. 

2018 yılında atılan Hiperbarik Oksijen Tedavisi adımı aradan geçen 4 yıla rağmen bir arpa boyu yol almadı!...

3.5 milyon liraya millete fatura edilen Hiperbarik Oksijen Tedavi Ünitesi şehrimize geldi, fakat halâ hayata geçirilemedi... Yata yata çürüyor... 

Bu ilkel ve küçük düşürüldüğümüz durumdan, şehrimizi temsil kimliği taşıyan her kişi ve kurum da sorumludur. 

Sonuca gidemeyen bu başarısız girişimden sadece Hakan Kahtalı'yı sorumlu tutmamız haksızlık olur...

Nasıl ki, bu örnekte Hakan Kahtalı ismi aklımıza geliyorsa, milletvekili sıfatıyla Veli Ağbaba, Mehmet Fendoğlu, Öznur Çalık, Ahmet Çakır, Bülent Tüfenkçi de aklımıza gelmelidir...

Milletvekilleri bu olayda ne kadar sorumluysa, bu şehrin sivil toplum kuruluşları yöneticileri de aynı oranda sorumludurlar... 

Nasıl ki, milletvekilleri, sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri sorumluysa aynı oranda hatta daha da fazla bir şekilde bu şehrin basın yayın organları da, kendisini gazeteci olarak tanımlayan basın mensupları da sorumludur...

Yaşadığınız, ekmeğini yeyip suyunu içtiğiniz bu şehrin ihtiyaç duyduğu ve almayı hak ettiği hizmetlerin talebi ve takibi sizlerin omuzlarınızda bir vebal olarak durmaktadır... 

Ben bir gazeteci olarak toplumun yaşadığı ortak bir sorundan bahsediyorsam, o sorunun üzerine gitmek sorumluluk taşıyan herkesin vazifesi olmalı...

Dört yıllık Malatya gözlemimden hareketle söyleyebilirim ki, şehrimizde hakim olan anlayış "körler sağırlar birbirini ağırlar" çerçevesinde tıngır mıngır gidiyor... Herkesin bir at gözlüğü var ve dünyayı o gözlükle okuyor!...

Oysa, bütün farklılıklarını zenginlik sayan bir anlayışla hareket edilerek şehrimizin ve hemşehrilerimizin asli çıkarları etrafında siyasiler, STK yöneticileri, basın kuruluşları ve basın mensupları kenetlenebilse bu şehrin almayacağı hiçbir çağdaş hizmet tanımıyorum...

İşte o zaman Yüksek Hızlı Tren'de hayal değil, sivil ve görkemli hava alanı da... Karakaya barajının yanı başında susuzluktan ağaçlarımız da kurumayacak, sulu tarıma kavuşan çiftçilerimizin de ümitleri yeşerecek...

Diye düşünüyor ve öneriyorum...

Hasta Yemeği

Değerli okurlar, bir önceki yazımda "Hastane Yemeği" denilen, gerekli özenin gösterilmemesi ve yeterli malzemenin kullanılmaması nedeniyle ikrah ettirici, iştah karartan ucubemsi yemeklerden söz etmiştim...Örneğin haşlama, kavurma ya da rosto gibi besin değeri yüksek et yemekleri çıkmıyordu. Etli sebze yemeklerinde ise tavla zarı büyüklüğünde sadece bir parça et bulunuyordu... Sabah kahvaltılarının vazgeçilmez dörtlüsü: çay kokusu gelmeyen koyu kahverenginde sıcak su, kalitesiz çok tuzlu siyah zeytin, acımsı yağsız beyaz peynir ve haşlanmış yumurta...İlk üç günden sonrası adeta "Çin İşkencesi" gibi...

Dilerim denetimle sorumlu görevliler, Malatya Turgut Özal Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi yemekhanesinde hastalara, diğer personele çıkarılan yemeklerin kalitesini ve besin değerini kontrol konusunda harekete geçmiştir ve alışılagelmiş o kötü gidişata son verme işine girişmişlerdir...

"Hastane Yemeği"ni yazmadan önce Malatya Milletvekili Hakan Kahtalı'ya yazacağım o yazıdan söz etmiş ve gerekeni yaparsınız demiştim...

Yazının Net Haber gazetesinde ve internet sitesinde çıktığı gün Hakan Kahtalı'yIa mesajla yazıdan haberdar ederek "Malatyalılar ve milletimiz sizden hizmet bekliyor" dedim... 

Sayın Hakan Kahtalı'da cevaben "İnşaallah" dedi ve sorunun takipçisi olacaklarını zımnen üstlenen bir mukabelede bulundular... Görelim sahada etkisi nasıl farkedilecek?.. Özgül ağırlığın terazisi müşahhas adımlarla çalışır, diye düşünenlerdenim...

Bugün sizlere birbirinden güzel, Malatya ev mutfağının seçkin yemeklerinden ve Allah eksikliğini vermesin her biri pırlanta değerinde dostlarımdan bahsedeceğim... 

Fuat Tokaç

Sevgili Fuat'la İstanbul'da tanıştım... Çiçeği burnunda gencecik bir üniversite öğrencisi... 

Malatya'nın kadim ailelerinden Alacahanlılar'a mensup bir asil delikanlı...

O dönemde ben, rahmetli ortağım Ersin Önal'la, Laleli semtinde Dürüm Et Lokantasını işletiyorum. 

Dükkanımız üniversite öğrencilerinin uğrak mekânı adeta. 

Müştereklilkleri çok ortak bir kültür havzasının gençleriyiz... İlgilerimiz ve meraklarımız yakın akraba sayılırlar...

Benim yaşım 28 yaklaşık 39 yıl öncesinden bahsediyorum...

Muhteşem Osmanlı'nın Payitahtı İstanbul'da yaşıyoruz... 

Laleli, Beyazıt, Çarşıkapı, Çorlulu Alipaşa Medresesi, Yeniçeriler, Divanyolu, Sutanahmet, Ayasofya, Alayköşkü, Gülhane, Sirkeci, Eminönü, Üsküdar... Uğrak yerlerimiz ve gezinti mekânlarımızın tarihi kimliklerine ve tedai zenginliğine bakar mısınız? 

Attığımız her bir adımın adı dahi, insanı günün dağdağasından çekip çıkarma kudretine sahip tarihi anlamlar yüklü...

Meselelerimizi tarih sahnesinde yaşadığımız bu korkunç yenilginin sebepleri oluşturuyor...

Konuyu fazla sündürmeden günümüze gelelim...

Sevgili Fuat Tokaç, tabir yerindeyse tam anlamıyla "aranan" bir dosttur... Aradığında derhal yanında hazır ve nazırdır...

Benim yaklaşık dört aydır yaşamakta olduğum sağlık sorunlarımın ikinci ayağını oluşturan İstanbul günlerinde sevgili Fuat hastalığıma değerli kardeşi Kürşat'ın söylemesi ile muttali olmuş ve aramıştı...

Malatya'ya döndükten sonra tekrar hastane günlerim başladı... 

Bu dönem içerisinde sağ olsun sevgili Fuat saniye aksamaksızın Malatyalıların söyleyişiyle hiç terkimi vermedi... 

Sabah gerekliyse sabah, akşam gerekliyse akşam, yiyecek içecek ve ilaç hususunda hızır gibi imdadıma yetişti... 

Değerli arkadaşım Fuat Tokaç'ın bu yaptıklarını, cennet mekan sevgili annemin ifadesiyle, "Ölsem üzerimde bir karış ot bitse yine de unutmayacağım " 

Teşekkürler sevgili Fuat kardeşim...

Zahireci Ahmet

Eskimalatya'nın köklü Ertunan Ailesine mensup Ahmet Ertunan, Eskimalaya Meydanı'nında bulunan küçücük, şirin mi şirin dükkanında zahirecilik yapmakta. Sattığı ürünler piyasanın en kalite ürünleri... 

Ahmet'le arkadaşlığımız benim Eskimalatya'ya postu serdiğim günlerde başladı... 

Yaklaşık 4 yıllık samimi bir tanışıklığımız söz konusu...

İlk önceleri esnaf müşteri ilişkisi şeklinde başlayan muhabbetimiz zaman içerisinde ortak tanıdıklar sayesinde çay ikramlarının uzattığı sıcak sohbetlerle boy attı serpildi... 

Eskimalatya'nın uzunca yıllardır değişen demografik yapısı hercümerc olmuş durumda...

Kimse kimseyi istemiyor ve sevmiyor, bu tespitimi destekleyen bir düşünceyi  Eskimalatyalı biri şöyle özetlemişti, "Biz herkesi tanırız, sevmeyiz, ancak yüzüne gülmeyi de ihmal etmeyiz..."

Benim Eskimalatya'da selamlaştığım insan sayısı taş çatlasın beşi geçmez... 

Malatya Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yattığım süre içerisinde sevgili Ahmet bana ev yemeği olarak bilemedi ki ne yaptırsın... 

Hasret kaldığım ev yemekleri hastanedeki odamda bulunan mini buzdolabından hiç eksik olmadı desem yeridir...

Bir defasında kiraz mevsimi geçmiş olduğu için kiraz yaprağı sarmasını, yapraksız boş hamurunu yoğurtla pişirterek üzerine kavrulmuş soğan ilavesiyle sarmayı andıran bir köfte istemiştim. 

Bu isteğimi duyan Ahmet'in değerli babası Halil bey, "hiç kiraz yapraksız köfte olur mu", diyerek Gündüzbey'de bulunan akrabalarından kiraz yaprağı istemiş. O esnada Ahmet'in bir diğer yakın akrabası olayı duyar duymaz evini arayarak bizim köfteyi mevsiminde toplanmış taze yapraklarla pişirtmişti... Bütün bu güzellikler unutulur gibi değil...

Erik ekşili, ıspanaklı mercimekli köfte, kemik suyunda salçalı patlıcanlı köfte ve daha neler neler...

Bu arda rahmetli, biricik Saime teyzemin kızı Faniye ablamın binbir zahmete katlanarak yaptığı su böreğini ve kiraz yaprağı köftesini hastaneye kadar getirmesi fakiri çok duygulandırdı...

Buradan Halil beye, değerli arkadaşım Ahmet'e ve dünyalar iyisi Faniye ablama selam, sevgi ve teşekkürlerimi sunarım...

Yazarın Diğer Yazıları