Süveyda Keskin

AŞK/AKIL/ AHLÂK Denkleminde İnsan

Süveyda Keskin

İnsan, fıtratı gereği kendine yüklenmiş olanlarla gelir dünyaya. Ve kendinde olanları yer yer devreye sokar. İhtiyacı olanı edindiği değerler üzerinden karşılamaya çalışır. Ve hiç şüphesiz aklın, tüm boyutlarda kendisini hissettirmesine rağmen cılız, çekimser ve güçsüz kaldığı yerler vardır. Tıpkı eşit durumda ki ahlâk gibi. İki olgunun eksik kalması, birbirini tamamlayamaması durumunda; aşk üzerinde ki payesine göz atalım.

Aşk akıldan, akılda aşktan korkar. Aslında bu aklın da, aşkın da ikilemidir. Bir arada barınamazlar.

Aralarında lisan farkı vardır, birbirlerinin dilinden anlamazlar, jargon farklıdır. 

Pascal’ın dediği gibi ‘Kalbin kendi aklı vardır’, ondan başkasını dinlemez. 

Oysa akıl, yargı makamına oturabilse, aşkı suçlu çıkarır. Lakin aşk mahkemeye gelmek istemez. O aklın mahkemesinde suçlu olduğunu bilir. Aşk; Scheler’in dediği gibi ‘kendi yasalarına, mantığına ve matematiğine sahiptir’. 

Aşk, düşünmeye uygun değildir. Bu nedenle size nasıl hareket etmeniz gerektiğini söyleyecek anlama yetisine de sahip değildir. Ve arada kalan cılız ahlâk bu kusuru göz göre göre paylaşır. 

Aşk bulunduğu konumda, ayarlarını bozduğu ahlâkın ortaklığıyla aslında felakete sürüklenir.

Kalbin sesini dinleyememek aşk için, sarsıcı ve yıkıcıdır lakin aşkın çılgınlığından kurtulabilmesi için akla kulak vermesi gerekir. 

Bu dolambaçlı ve zor bir akıl yürütme olabilir. Ancak makul olduğu kuşku götürmez. O sadece suçlu bir vicdanı aklama hizmetiyle kalmaz; bir ahlâki edim olarak paylaşım yapmış olur. 

Ahlâk; bir komuta ve otorite merkezidir aslında. Kodlara, kurallara, akla, bilgiye tez yada kanaate ihtiyaç duymaz. 

Ahlâk; aşk ve nefret özveri ve hükmetme özen ve zalimlik konusunda kötü bir şöhrete sahiptir. Tümüne hükmeder, kök salmışsa, saflığına sadık kalmışsa eğer. O, suç ve suçluluk bilmez, duru haldedir. Bozamaz kimse duruluğunu.

Akıl, aşkın yanında kendine sadık kalırsa ve vaadini yerine getirirse anlamlı bir bölüştürme için, harika bir zemin oluşturabilir. Aksi durumda Hume’nin dediği gibi ‘akıl tutkunun kölesi olur’. Kendine sadık kalan akıl ise, tutkunun düşmanı, yönsüzlük ve kaos durumunda araya giren anahtar olur. Tutkuların ehilleştirildiği, söndürüldüğü, hareketi yok ettiği zamanlarda, insana ne yapacağını söyler ve yön verir.  

Ahlâkın ve aklın uzlaşması; ahlâki uzamda gerçekleşmesini zorunlu kılarken; hayatta kalabilmenin başarı ve mutluluğun, kendini büyütmenin seyri, amaç ve araçların akılcı biçimde düşünülmesi, gider ve gelirlerin hesaplanması, hazzın, itaatin yada iktidarın, siyasetin ve iktidasın araştırılması, anlaşılması, anlam kazandırılması babında durum dengelenmiş olur.

Saf ahlâk; bütün toplumsal tuzaklardan uzak, statü, makam, toplumsal ayrımlar, engeller konum ve rolleri devre dışı eder. Yoksulu – zengini, yüksekte – alçakta olanı, güçlü – güçsüz olanı eşitler. 

İnsanlığımızın çıplak esasları gereği, ahlâki evrenin ve fıtratın cevherleriyle harekete geçmesi kendiliğinden dengeyi doğuracaktır. 

Kainat ve insan ilişkileri tartışmasız denge üzerinedir. Aşk, kendi bulguları içerisinde kendini tüm çekiciliğine rağmen eritme potansiyeline sahipken ve bu durum kendi varoluşunu ofsayta düşürürken ahlâk ve akıl işbirliği denge unsurunun ta kendisidir.
Hassas terazili bir denge.

Dengeyi koruyabilmek umuduyla…
 

Yorumlar 2
Ercan Sağlam 30 Ekim 2021 16:23

Güzel bir konu. Çetrefilli ama güzel bir yazı okudum. Tebrik ederim

Orhan ilçin 30 Ekim 2021 11:24

Yazar dediğin hayatın içinden olur. İdeolojik ütopyalardan uzak ayağı yere basan bizden biri olmalıdır. Evet yine görülmesi gereken bir konu. Akıl ve Aşk çelişkisini yada anlaşmazlığını harika bir edebi kalem ile bizlere hatırlatmış oldunuz. Umarım bu durumu ilahi aşk ta yaşarız demek geliyor içimden. Selam ve dua ile

Yazarın Diğer Yazıları