Sükûnetime bakma
Acım/ binlerce devrim biriktirir damarlarımda
Gözlerim gökyüzünden bir şube
Ayaklarım arzdan
...
Kelimelerin arasına uzun boşluklar koyarım çocuk…
Ben yazdığım zaman üç noktalar da çok olur. Kelimeler boğazıma düğüm oldukça, duygular gönül kubbemde asılı kaldıkça…
Seni öldürüyorlar çocuk. Hem de hiç acımadan. Kalbin gerçek sahibine, merhamet vicdan aynalarına bakmadan.
Gönül pencerelerime figan düştü
Seni düşündükçe baharlarıma kış
günüme ziyan düştü.
Sessizliğin örttüğü dünya senin mezarını çoktan onaylamış. Küçük bedenini kara kaplı hesap defterlerine kırmızı harflerle yazmış. Hesapsız isteklerinde de en önde sensin.
Kalın duvarlar gibi! çözümsüzce söylenen tüm sözler. Kelime yığını nice sayfada senin yaşama dair adın yok. Çevirdiğimiz sosyal medya sayfaları, gazeteler acıyı bine katlıyor da kim bilir hangi gözler, hangi yürekler bu hale alışıyor… Ve yine penceresiz soğuk duvarlara benzeyen acımasız insanlar.
Ben çocuk masumiyeti bulduğum her şeyi ince ince izlerim. Kalınlaşmamış, koyulaşmamış, dibi görünen…
Samimi duyguların başkenti çocukları bir çırpıda okurum…
İşte o yüzden! Duygularım bilhassa seninle ilgili ise bu boşlukları, üç noktaları sıralarım. Nokta nokta ağlarım ne üçü kim bilir kaç nokta dökülür gözümden
.
.
.
Ah çocuklar! Dünyayı yaşanılır kılan çiçekler…
Bir çocuk kalbinde dinlenmekti aslında dünyanın en güzel yüzü. Kendini temize çekmek istediğin her fırsatta onlara bakmaktır esas olan .
Bir çocuk gülüşünde gelen baharı, mis kokuyu içe çekmek. Nasıl olur nasıl olurdu! bu masumiyet tablosunu bombalarla, silahlarla kül etmek.
Bir avuç su, bir dilim sıcak ekmek, güneşin doğuşu, tohumun toprakta can buluşudur çocuk.
Filistin’de gözyaşı kan renginde akıyor. Doğu Türkistan’da gözyaşları kurumuş. Kendi topraklarında kurtuluş mücadelesi veren bu insanlar çok mu şey istiyorlar.
Kendi vatanlarında takılan esaret prangalarını kırmak. Evlatlarına kanla sulanmış topraklarda iyi bir gelecek bırakmak, insanca yaşamak. Çalışmak, kazanmak. Dünyanın sunduğu nimetlerle tanışmak.
Ama onlar korku olmadan çocuklarına okullara gönderemedi. Parka, bahçeye, alışverişe, maça, pikniğe götüremedi. Bayramlıkları eskimedi çoğunun! Kandan kırmızı ayakkabıları kaldı, gömleklerinin parçası…
Acımasızlığın bu yüzünü de gördük, hastanede tedavi edilmekte bile zorlanan yavrulara kadınlara bombalar yağması.
Oysa onlar yağmurun yağışına şahit olmalı idi, karın yağışına. Ellerinde kartopu olmalıydı. Sadece onunla kızarmalıydı elleri yüzleri.
Ahh çocuklar kirli yüzlerin kirli emellerin sonu; sana kan ve ölüm olarak dönüyor.
Senin mis kokulu avuçlarına şekerler koyamadığım için özür dilerim. Senden çok özür dilerim.
Gözlerim değil yüreğim ıpıslak. Yüreğim yangın yeri.
Ben bir çocuğun öldüğünü bir kere yazabildim. O da kaderdi, kederdi, kanserdi.
Öğrencimdi. Osman'dı adı… Gözyaşıma kan damlamıştı işte…
Lâkin babaların, anaların kucağında ölen çocukları yazamıyorum çocuk. Kurşunlara kuş gibi hedef olanları, bir patlama hengâmesinde savrulanları yazamıyorum!
Ruhum yetmiyor yazmaya. Kalemim resmen sızlıyor. Dertleşmek için de yine seni seçiyorum.
“Kanatsız kuşları bırakın bize” diyorlar gibi hissediyorum melekleri, bırakıyorum ben de kalemi.
Fotoğrafınıza bir öpücük konduruyorum ‘’dünyada çocuklar ölüyorsa! Bu dünya ne kadar sevilmeli ki’’ diyorum.
Kim bilir nasıl bir pencereden el sallayıp gidiyorsunuz!
Bilinmez, bilinmez de işte
Çocuklar ölüyorsa dünyanın azabı bilinir ‘’ biliyorum! vesselam
…