Hani Talut ordusuyla, Calut ile savaşmak için yola çıkmıştı. Talut'a gelen ilahi emir yolda bir akarsuyla karşılaşacakları, o akarsudan ordusunun su içmemesi veya en azından bir avuç sudan başka su içmemesiyle ilgili bir imtihandı. Çünkü ilahi hikmet yeryüzünde müslüman kullarına vereceği bir zaferde, çürükleri ve emre itaat etmeyenleri nasipdar etmek istemiyordu.
Bu ilahi emir bütün orduya deklare edildi. Fakat ne yazık ki nehre vardıklarında, inanmış ve itaat etmiş bir avuç askerden başka hepsi nehrin suyundan kana kana içtiler. Sonra da o sudan içenler, bugün Calut'un ordusuyla savaşacak güçlerinin olmadığını söyleyip geri döndüler. İlahi plan devredeydi. Talut'un yanında kaya gibi sağlam imanları olan bir avuç asker kalmıştı. Geri dönenler için de "Ziyanı yok, nice az bir topluluk, sayıca kalabalık nice toplulukları yenmiştir" deyip kararlıklarını sözleriyle perçinliyorlardı.
Calut'un ordusu çok kalabalıktı. O zamanki savaş kurallarına göre iki ordu karşılaşınca taraflar en güçlü adamlarını savaş meydanına çıkarıp, önce onlar savaşırdı. Sonra da savaş tam anlamıyla başlardı. Calut, iri yarı baştan aşağı zırhla bürünmüş, yenilmez bir savaşçı olarak meydanda idi. Yaptığı hiçbir savaşta yenilmemiş, bütün savaşlarda meydana çıkan ilk kişi olmuş, bileği bükülmez bir canavardı adeta. Yenilmezlik ünvanlı kibir putlarını büyütmüş şeytani bir karakterdi o. Birazdan yapılacak savaşta ordusunun önünde ilk o meydana atıldı. Talut'a karşı nara atarak meydan okuyordu. Benimle dövüşecek bir yiğit yok mu aranızda diyordu.
Talut'un ordusunda kim Calut'un karşısına çıkacak diye bir şaşkınlık havası vardı. Derken henüz peygamber olmayan, sesi ile ünlü bir demirci olan Davut isminde bir yiğit öne atıldı. Ben savaşacağım dedi. Üzerinde bir zırhı bile yoktu. Talut'un emriyle hemen bir zırh getirilip giydirildi. Davut, zırha alışık biri değildi. Bu haliyle rahat hareket edemiyordu ve Calut'un karşısında yenilebileceğini düşündü. Talut'tan izin alarak zırhını çıkardı. Yerel kıyafetiyle, elinde Filistin sapanı ve beş taşla Calut'un karşısına çıktı. Davut'un bu halini gören Calut, ordusuyla beraber gülmekten kahkaha atıyorlardı. Davut elindeki sapana taşını koydu ve hedef arayarak sallamaya başladı. Talut, Calut'un alnında bir açıklık farketti ve oraya odaklandı. Derken "Attığın zaman sen atmadın, lakin Allah attı" ilahi sünnetiyle taşını fırlattı ve Calut'un alnının tam ortasına isabet ettirdi. Calut çam yarması gibi yere devrilmişti. Davut hemen koşup Calut'un kılıcını elinden alıp başını kesti. Akabinde yapılan savaşta Talut'un ordusu Calut'un ordusunu biçip geçmişti. Büyük zafer Allah'ın yardımıyla bir ibret nazarı ile müminlere ikram edilmişti.
Ve şimdilerde ise tarih yeniden tekerrür ediyor. İmtihanlar hep birbirine benziyor. Oyuncular farklı ama senaryolarda değişen birşey yok. Talut'un, Calut'u yendiği topraklarda aynı film tekrar baştan çekiliyor. Talut, Hamas'ın liderliğidir, Davut ise Ebu Ubeyde'lerdir. Calut, Netenyahu'dur, geri dönenler ise sudan kana kana içip (nimetler içinde yüzen) savaşmaya gücü yettiği halde korkaklıklarından "bugün onlarla savaşacak gücümüz yok" diyen ümmetin nasipsizleridir.
Hayatın bir tarafında zulüm diğer tarafında ise mazlumiyet var. Tarih boyunca bu hiç değişmedi. Son yüzyılın acılarıyla pişen bir neslin, oluşturulan korku imparatorluğunu Allah'ın izniyle kısa bir zamanda darmadağın edecek bir sonun hissiyatı içindeyim. Elinde taşıyla sapanını sallayan küçük Davud'ların zırhlara bürünmüş Calut'ları devirmesi artık an meselesidir. Çünkü tarihin de bir miadı vardır ve biz faniler için her başlangıcın mutlaka bir sonu da vardır.
Şehid Şeyh Ahmet Yasin'in, Filistin davasını üç kategoride ele alarak, ilk 40 yılının terör, tehdiş, korku ve ihanetin acı bedelini yaşayan felaket dönemi, ikinci 40 yılının İsrail'in eylemlerine eylemle, savaşlarına savaşla, bombalarına bombayla karşılık verilen intifada ya da direniş dönemi, gelecek 40 yılda da özgürlük ve zafer neslinin İsrail'in yıkımını getireceği bağımsızlık döneminin kehanetinin vuku bulacağının beklentisi içindeyiz.
Kur'an-ı Kerim'e iman eden ve bunun bilincinde olan herkes şunu iyi bilir ki, Allah bir kavmi helak etmek istedi mi, oranın nimet içinde yüzen azgın şımarıklarının bozgunculuklarına fırsat verecek kadar nimetlere boğup, bununla azgınlıklarını en üst seviye çıkarmalarını sağlar. Nihayetinde o ülke helake müstahak olur ve artık yurtlarının altını üstüne getirecek bir sünnetin icrası gerçekleşir. İşte kanaatimce İsrail artık bu evrededir ve inşallah Şeyh Ahmet Yasin'in, Kur'an-ı Kerim'in bize öğrettiği teori olarak tanımladığı dönemin, gerçekleşecek yılları içindeyiz. Elbette gaybı yalnızca Allah bilir ve biz sadece kitabi bir öngörünün tevilini yapmaya çalışmaktan başka bir bilgiye sahip değiliz. İmtihanın süreci ve boyutu nereye kadar varır en doğrusunu Allah bilir. Fakat şundan eminiz ki zulümle abad olunmaz. Zulüm her zaman yıkılmaya ve yenilmeye mahkumdur.
Bunun böyle olması şundan dolayıdır. Allah(cc) vaadinden dönmez. Galip olan yalnızca O'dur. Bütün işler evrilir çevrilir O'na döner. Hiçbir şey O'nun kontrolünün dışında değildir. Yeryüzünde kibirle yükselen hiçbir topluluk yoktur ki başaşağı yere çalınmış olmasınlar. Tarih böyle vakaların çöplüğüyle doludur. Bu yüzden İsrail, Allah'ın izniyle yakın bir zamanda yıkılacak. Zulüm hiçbir zaman baki olmadı. Her ümmetin bir eceli olduğu gibi, her devrin de bir sonu vardır. Bu günleri Allah aramızda evirip çeviriyor. Biz Allah'ın yardımının ne zaman geleceğiyle ilgili bir meşguliyet içinde olamayız. Kendi ellerimizle neler yapıyoruz ona odaklanmalıyız. Hepimiz bu imtihanın ayrılmaz bir parçasıyız. Hepimizin görevi, rolü ve konumu farklı olabilir ama hiçbirimiz birbirimizden bağımsız değiliz. Bizim en büyük görevimiz ise teslim olmuş bir imanın tezahürünü hayatımızın her alanına taşımaktır.
İşte bu teslimiyet Gazze halkında mevcuttur. Onların bu büyük musibetler karşısında Allah'a olan teslimiyetleri, şükür ve hamdları, yâkin imanları, şehadet arzuları tüm dünya halklarını kendilerine kilitlemiş durumdadır. İnsanlık tarih boyunca böyle bir teslimiyete ve ahlaka çok az şâhit olmuştur. Seyyid Kutub'un, Yoldaki İşaretler kitabında bahsettiği, sahabelerin teslimiyeti ve iman derecelerine, kendilerinden sonra ne kimse ulaşabildi ne de kıyamet gününe kadar böyle bir nesil artık gelmez dediği durum, bugün Gazze halkı adına tashih edilmiş durumdadır. Şayet rahmetli yaşasaydı bu öngürüsüne bir parantez açardı ve içine de mutlaka "Gazze halkı hariç" yazardı diye düşünüyorum.
Daha bir kaç yıl önce küresel şeytani gücün kurgulayarak sahneye attığı Deaş ve benzeri paravan örgütler üzerinden tüm dünya halklarına, İslam'ın kafa kesme, diri diri insan yakma, ekini ve nesli yok etmeye çalışan bir din olduğu propagandasının oyununu, bugün Hamas ve Gazze halkı bozmuştur. Gerçek İslam'ın ve gerçek müslümanların nasıl olduğunun öğretisini Gazze halkı tüm dünyaya öğretmiştir. Onların bu dürüst, ahlaklı ve hakkaniyetli teslimiyetleri şimdiden küresel bir tebliğe dönüşmüş olup, on binlerce insanın hidayetine vesile olmuş, milyonlarca insanın ise İslam'a ve müslümanlara olan olumsuz bakışını değiştirmeyi başarmıştır.
Dünyada hiçbir doktrin, öğreti ve anlayış, bir esirin kendisini tutsak edenin alnından öpmesinin nasıl birşey olduğunu insanlığa kavratamaz. Bu ancak yüce ve gerçek bir ahlaka sahip olmayla ilgili Allah'ın seçkin kullarına bahşettiği bir ikram ile olabilir. Günümüz müslümanları için kaybedilmiş bir medeniyetin yeniden dirilmiş ve vücut bulmuş halidir ki, buna bütün insanlık açtır, ihtiyaçlıdır.
Velhasıl; Selam, zafer ve özgürlük neslinin, tüm direnişin üzerine olsun. Selam, cihadı ve ahlakı teorikten çıkarıp, hayata uygulamanın nasıl bir etkiye sahip olduğunu bize yeniden öğreten Hamas'ın ve Gazze ehlinin üzerine olsun. Yemin olsun ki zafer yakındır, bir karış mesafededir. Davut'un, Calut'u alnından yere çalacağı dönem gelmiştir. Allah, tüm benliğiyle teslim olmuş bir avuç müslümanı mahcup etmeyecektir inşallah.