Nevzat Kaya

Hegomenyanın Zihin Kuşatmasına Karşın Müslüman Aklın Duruşu

Nevzat Kaya

Hadiselere bir Müslümanın gözüyle değil de, Batı ideolojisi gözüyle bakmak ya da Batı'nın çok iyi bir konumda olduğu çağımızın gelişmiş iletişim araçlarıyla yaptığı algılara yenik düşmek, en büyük handikaplarımızdan biri olarak önümüzde duruyor. 

Bu handikapın devinimleri arasında boğulmamak, İslam'ı ancak gerçek manada anlamakla mümkün olur. Yoksa yüzeysel kalan algılayışımızla olup bitenlere, oynanan oyunlara, hedeflenen amaçlara akıl erdirmek, tüm bunların sonucunu kestirmek imkan dışı kalır. 

Maalesef bizim bir sorunumuz var. O da İslam'ı, Batı'nın zihin kalıplarına göre anlamaya çalışan bir algının git gide yaygınlaşması ve kabul görmesi gibi bir modanın yerleşiyor olmasıdır. 

Oysa ki, İslam kendisiyle kaimdir ve ancak kendi kodlarına uygun düşünce faaliyetlerine imkan tanır. 

Peki, Batılı zihin kalıplarıyla İslami bir düşünüşün kodlarını birbirinden hangi kriterlere göre ayırmamız gerekiyor? Başlangıç noktamız neresidir ve ne olmalıdır? Bu gibi sorulara şöyle cevaplar verebiliriz. 

1- Dini salt bir vicdan meselesiymiş gibi görmek işin ilk başından yolları ayırmak demektir. Batı toplumlarının zihin kodunun temel taşı buradan başlıyor. Oysaki İslam, önü-arkası kesilmiş, sağı-solu kırpılmış, uygulama alanından çekilmiş olan bir Hristiyanlık'a asla benzetilemez. Tam tersi insanların toplumsal ve hukuki ilişkilerini düzenleme hususunda tam yetkili olmak ister. 

2- Dini, hayatın küçük bir şubesiymiş gibi kabul eden Batı anlayışı yerine; İslam tam tersi dini, hayatın tümünü kapsayan, hatta dinin dışında sayılabilecek bir görevin bulunmadığını zihinlerde temellendirir. 

3- Batı zihin kodu, seküler bir anlayışı hayatın merkezine alırken; İslam, ilahi kaynaklı öğretileri hayatın merkezine alır. Karşı karşıya kaldığımız hangi konu olursa olsun, İslam'ın mutlaka bunu anlamlandıracak, yorumlayacak temel prensipleri her zaman vardır. Daha doğrusu İslam'ın cevap veremeyeceği hiç bir alan yoktur. 

4- Batı, din dışı kalıplar anlamına gelen laik anlayışı, insanlar arası ilişkileri düzenleyen toplumsal normları belirleyen en önemli husus olarak kabul görürken; İslam, insanlar arası ilişkileri düzenleyen toplumsal normları ilahi vahye göre şekillenmesini ister. 

5- Batı, ilahiyat anlayışı sadece bilgiyi temel edinirken; İslami anlayışta bilginin yanında, bu bilginin pratiğe dönüştüğü bir teslimiyeti de zihinlerde inşa etmek ister. Bu yüzden amelden uzak bir bilgi anlayışını kitap yüklü merkeplerin haline benzetir. 

6- Batı zihin kodunda, teorinin pratiğe geçmesi gibi mecburi bir pratik yoktur. Oysa İslami düşünce tarzında genel olarak teorinin mutlaka pratiğe dönüşmesi hep söz konusu edilmiştir. Yani Batı anlayışı ile İslami anlayış arasında kuram-eylem, nazariye-ameliye, teori-pratik bağlamında bir odak farklılığı her zaman vardır. 

7- Batı, hayatın merkezine materyalist felsefeyi koyup, herşeyi bu anlayışa göre çözümlemeyi temel edinmişken; İslam, hayatın merkezine vahyi temellendirir. Bu yüzden Batı'nın materyalist yaklaşımıyla hareket eden eğitim modellemeleri, toplumların sahip olması gereken ahlaki olguyu bir türlü oluşturamıyorlar. 

8- Batı kaynaklı ideolojik doktrinler ile tahrif edilmiş dinlerin pratiğinde ilahi rızanın yerine beşeri beklentiler dururken, İslami anlayışta tüm pratikler yalnızca Allah'ın rızasına ermek için ortaya konulur...

Daha fazlasını da irdeleyebileceğimiz tüm bu paradokslara binaen altını çizerek söylemek gerekir ki, İslam'ı, Batı anlayışının zihinlere bulaştırdığı bakış yerine, olmazsa olmazlarımız olan kendi terimlerimizle öğrenmek zorundayız. 

Vahiy merkezli bir anlayışın dışındaki tüm modellemeleri reddetmeden, ilk müslümanlar nasıl müslüman olmuşlarsa onların yolunu takip edip cehalet döneminden kalma zihin ve ameli alışkanlıklarımızı terketmeden, zihinlerimize vurulmuş prangalardan kurtulmamız mümkün değildir. 

Belki de bugün var olan onca İmam-Hatip ve İlahiyat eğitimlerine rağmen, toplumsal kokuşmuşluğun ve sosyal çöküşümüzün temelinde bu kriterlerin gözardı edilmiş olmasındaki detaylar vardır. 

Maalesef Batı ideolojisi hegemonyası, 200 yılı aşkındır, özellikle de Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde, bizim içimizde, bizi kendisi gibi gören ve değerlendiren bir kadro yetiştirmeyi başarmıştır. 

Kamuoyu oluşturan tüm araçlara sahip olan bu kadrolar vasıtasıyla, olup bitenlerin yorumlanması ve kabul ettirilmesi için ortamı önceden hazırlama, zihinleri şartlandırma ve muhtemel olayların vuku bulması halinde de, ekranlarda ve meydanlarda boy gösterip, pişkince kendi tezlerinin doğruluğunu tekrar tekrar ifade etmekten haz duyan yetişmiş bir kitle var. 

Hegomenyanın zihin kuşatmasına karşın Müslüman aklın direnişini ortaya koymadan, karşı karşıya kaldığımız meselelerin üstesinden gelmemiz mümkün değildir. Kendi kavramlarımıza dönmeden, kendi diyalektiğimizin felsefesini zihinlerde yeniden inşa etmeden kaldığımız yerden ileriye gitme imkanımız yoktur.

Yazarın Diğer Yazıları