Nevzat Kaya

Bilinç Yazıları - 6

Nevzat Kaya

Müslümanlar olarak dünyanın çarpık düzenine karşı bir iddia sahibiysek, mevcut hükümranlıklara karşı bir tavır içinde olmak gibi bir zorunluluğumuz varsa, her daim bilinçli ve uyanık olmak zorundayız.

Yoksa olay zannedildiği gibi sadece namaz, oruç, zekat gibi bir takım rituellerden ibaret ibadetlerle sınırlı değildir. Bunlar olsa olsa hedefe yürürken yanımızda bulundurulması zorunlu olan azığımızdır. Hedef ise, gerçek manada cihanşümul İslam'ın yeryüzüne hakimiyeti davasıdır. Bu yüzden İslam, insanlığa bir model sunuyor.

O model, tüm insanlığın Allah'ın(cc) katında aynı sorumluluklarla karşı karşıya olduğunu, kimsenin kimseden ırkı, dili ve sosyal statüsünden kaynaklı bir üstünlüğünün olmadığını, Allah katındaki derecenin O'na ihlasla yönelmiş bir kullukla ölçüldüğünü, dünyanın tüm nimetlerinden müslüman olsun ya da olmasın tüm insanlığın hakça ve adaletli bir paylaşımla nasiplenmesi gerektiğini, inansın ya da inanmasın tüm insanlığın barış içinde yaşabileceğinin mümkün olduğunu, insanın insana kulluk yapmaması gerektiğini, insan onuruna uygun bir şekilde dürüst ve ahlaklı bir yaşantının ortaya konulmasını öğütleyen bir sistemler bütünüdür.

Evet, Müslüman'ın farziyetlerini yerine getirmesinin yanında, bir bilince de sahip olması gerekir. Bir yandan namaz kılınıp oruç tutulurken, diğer yandan da küfrün ve zulmün bir aleti olmaya devam edilirse, burada bir bilinçten bahsedilemez.

Şunu cidden anlamamız gerekiyor:

Hz.Şuayib'in (as) nasıl bir namazı vardı da, bu namazla azgınlık derecesindeki hilekarlıkları ile meşhur kavmini öfke krizine sokuyordu?

Bu nasıl bir namazdı ki, adeta onların gözlerine batıyor, onlara düzenbazlıklarını hatırlatıyordu?

Evet, bu nasıl bir namazdı ki, Hz.Şuayib'i (as) bu çarpık düzene karşı kıyama kaldırıp, daima diri ve dik tutuyordu?

Elbette insanı zulümden ve fahşadan alıkoyan bir namaz, zulme ve fahşaya karşı da ayağa kaldıracaktır. Yoksa "namaz kılan köleler" gibi zulmün önünde de secdeye götüren bir ritüelin namaz olduğunu iddia etmek, bununla çarpık düzenlere meydan okuyacağını beklemek, kanaatimce abesle iştigal etmektir.

Bu tanımlamadan sonra, ortada çok daha ciddi bir paradoksla karşı karşıyayız. O da, namaz kılan tek bir Şuayib'in(as), bugün namaz kılan yüzmilyonlarca ümmetten daha tesirli ve daha güçlü olduğu gerçeğidir.

Şuayib'in (as) namazı, nefislerine zulmedenlerin zihninde, kendi zulüm düzenlerine bir tehdit gibi algılanırken, bugün namaz kılınması için düzenlerin adeta insanları teşvik ettiği, mekansal imkanlar sunduğu, hatta bunun için ciddi bütçeler ayırıp insanları namaza çağıracak kurumsal düzenlemeler yaptığı bir dönemde, buna rağmen zulmün ve bozulmuşluğun diz boyu olduğu bir dünyada, hangi namazdan bahsedebiliriz.

Doğruya ya, sırf "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için ateş kuyularına atılan, yurtlarından çıkarılanların başına gelenler, nasıl bir Rab'den bahsediyorlardı da, bu tanımlamaları küfrü adeta çılgına çeviriyor, yerinden hoplatıyordu.

Aslında tüm bu soruların cevapları var. Yoksa bilinmeyen, anlaşılmayan meselelerle karşı karşıya değiliz. Olay sadece zihin dünyamızın en geniş olandan en dar noktaya çekilip ve o darlıkta tıkanıp kalmamızla alakalı bir kısır döngüye, hapsolmuş olmamızdan kaynaklanıyor.

Şöyle ki, Orta Çağ'dan sonra araştırmaya, yeni buluşlara, yeni fikirlere kanat açan Batı dünyası, bir müddet sonra emeklerinin karşılığı olarak gücüne güç katarken, tam tersine siyasi ve askeri üstünlüğüne güvenen ve böylece adeta güç krizine girmiş olan İslam dünyasının da, bu meselelere ilgi ve alaka göstermeyişinin sonuçları olarak, gitgide gerileyen ve nihayetinde darmadağın olmuş bir sonuçla karşılaşmış olmanın acı ceremesiyle karşı karşıya kalmıştır.

Elbette bir cümleyle ifade etmeye çalıştığımız bu tanımlama, belki de yüzlerce doktora teziyle ifade edilmesi gereken bir ayrıntıya sahiptir. Yoksa teknik anlamda ilerleyen Batı'nın, bu süreçte elde ettiği imkanları insanlığın faydasına kullanmak yerine, zorbalıkla, işgalle, gaspla gücüne güç katmaya çalışan emperyalist emeller için, bir sıçrama tahtası olarak kullandığını da iyi biliyoruz.

Bunun da ötesinde maalesef ümmet olarak bizi emperyal dünyaya karşı kıyama kaldıracak, zulmün karşısında dik tutacak bir namazdan da yoksunuz. Tüm bu olumsuzluklara rağmen şayet Şuayib (as) gibi, namazın ruhuna adanmış hayatların sahibi olabilseydik, yine bir çıkış yolu bulabilirdik.

Filhakika, günümüz insanı kendisini dünyaya hükümran sanmaktadır. Fakat aslında dünyanın kendisine hükümran olduğunu bilmemektedir. Çok mal ve eşya sahibi olmak, gerçekte o malın hakimi olduğunu göstermez. Tam tersi, bu daha çok sahip olduklarının nerede ve nasıl kullandığıyla alakalı bir anlamda saklı. Allah'tan başka ilah tanıyana Allah her şeyi ilah kılar. Allah'tan başkasına kulluk edeni de Allah her şeye kul eder. 
 

Yazarın Diğer Yazıları