Nevzat Kaya

Bilinç Yazıları - 5

Nevzat Kaya

İslam düşüncesi ile Batı düşüncesi arasındaki en temel farklardan birisi de teori-pratik arasındaki ilişkide odaklanır.

Batı düşünce tarzında teorinin eyleme geçmesi gibi mecburi bir pratik yoktur. Oysa İslami düşünce tarzında genel olarak teorinin mutlaka pratiğe dönüşmesi hep sözkonusu edilmiştir.

Bu şunun için önemlidir. Son dönem müslümanlar arasında salt bilgi öncelikli yaklaşımlar önem kazanmaktadır. Bunu panel, çalıştay, sempozyum şeklinde icra edilen organizasyonların yoğun oluşundan anlayabiliriz.

Elbette bunu, bu tarz aktivitelerin gereksiz ya da önemsiz olduğunu ifade etmek için söylemiyoruz. Bilakis düşünce dünyamıza çok büyük katkıları olmaktadır.

Özellikle de, İslam dünyasının içinde bulunduğu halipürmelalin sebeplerini, sonuçlarını ve çıkış yolları noktasında yapılan beyin fırtınası şeklindeki çalışmalar kanaatimce çok faydalıdır. Bunun için eleştirimiz buna değildir.

Asıl eleştirimiz gitgide artan bu tarzdan etkinliklere binaen İslam literatüründe en temel kurumsal yapılar olan cami-mescit gibi ibadethanelerin, cemaat toplama noktasında tam tersi bir azalma trendinde olmasıdır.

Oysa tüm İslami organizasyonların, İmam-Hatip okullarının, İlahiyatların, Cemaat ve Sivil Toplum çalışmalarının asıl amacı, cemiyete insan yetiştirmek olmalıydı. Cemiyetin resmini ise camiler çeker. Fakat resme bakıldığında anlaşılan o ki, bu işin bam telini kaçıran bir yaklaşım içinde olduğumuzu görürüz.

O halde bir yerlerde hata yapıyoruz. Ortada bariz bir yanlışlık var. O da, seküler hayat tarzının ezici dayatmalarına yenik düşen yeni nesil Müslümanların, özü kaybeden bir gidişatından kaynaklanıyor olabilir.

Bugün, Batı kültürlü toplumlarda din salt teoriğe hapsedilen, amel noktasında ise hiç kimsenin sorumluluk hissetmediği bir anlayış hakim olmuş durumdadır.

Bir buçuk asırdır İslam aleminin Batı'ya dönen yüzü ile, Batı retoriğinin tüm alanlarda ezici dayatmalarıyla, bugün İslam dünyasında da buna benzer bir algılayış alanı oluşmuş durumdadır.

Salt soyut gerçeklere indirgenen bir dinin ilgi göreceği mekanlar ise, camilerden çok konferans salonlarıdır.

Oysaki, her iki alana da aynı paralellikle eşit durumdaki bir bilinçle yaklaşılsaydı, bugün konferans salonlarındaki kalabalıkları camilere taşıyabilirdik.

Müslümanlar söyledikleriyle özdeşleşmek zorundadırlar. Söylediklerini yapmamak ya da yapmadıklarını söylemek, Müslümanlarla alakalı ahlaki bir duruş değildir. Bu olsa olsa Hıristiyan ve Yahudi mizacıyla alakalı bir husustur.

Bu yüzden ilahi kitap Müslümanları bu mizaçtan koruyacak olan kesin hükmünü indirmiş, bu tarz bir karakterin Allah katında bir buğza, bir gazaba sebep olacağını belirtmiştir. Fakat gelgelelim ki, bugünkü gerçeklerimiz maalesef çok farklı bir görünüm arzediyor.

Bir başka handikap olarak da, İslam'ı kendi mizaçlarına uygun anlamaya ve mutlak manada Allah'ın muradının kendi yorumlarından ibaret olduğu konusundaki yanlışlıklardadır.

Oysa bilinen bir gerçektir ki, insanlar karakter açısından değişik mizaçlara sahiptirler ve bu mizaçlar da kendi bakış açılarını etkileyebilmektedir.

Asabi ve celadetli bir karakterle, merhametli ve affedici bir karakter aynı mesele hakkında farklı yorum ve fraksiyonlar ortaya koyabilir.

İslam ise, tek bir mizacın tekeline hapsolmayacak kadar engin ve cihanşümul bir vasıf taşır. Dünyanın tüm renkleri kendilerini İslam'ın içinde bulabilirler. Fakat İslam tek bir renge has kılınamaz.

Bu yüzden kendi tarzımızı ortaya koyarken bunun mutlak bir hakikat olduğu zehabına kapılmak yanlıştan öte, tehlikeli bir durumdur da. Çünkü Allah'ın muradının kendi tarzında tecelli ettiğini savunmak, olsa olsa haddi aşmaktır ki, bu, kibre, ayrımcılığa, ötekileştirmeye ve tekfirciliğe kadar insanı götürür.

O halde sabite dediğimiz ana konular dışındaki yorum gerektiren meselelerde, müslümanlar kendi yorumlarını ortaya koyarlarken akabinde "en doğrusunu Allah bilir" ahlakını ayakta tutmasını bilmelidirler.

Ne Hz. Ebuzer'in (rh) engin ruh zenginliği olan kişisel cömertlik ve takvası şeriatın ölçüsüyle tefrik edilir, ne de sevgisindeki taşkınlık ve O'na olan bağlılığından dolayı "Kim Resulullah öldü derse boynunu vururum" diyen Hz.Ömer'in mizacı tek başına mutlak ölçü olarak alınabilir.

Şu parantezle ki, sahabelerin her birinin öne çıkmış ve onunla meşhur olmuş karakterleri elbette vardır. Fakat bu diğer güzelliklerin de aynı kişide olmadığını göstermez. Bilakis birer beşer olarak en güzel vasıflar sahabelerin tümünde vardır. Ne var ki, her biri bir karakteri önceleyen bir tanınma ile tarihe ve bize model olmuşlardır.

Bu yüzden sahabelerin her birinin bir örnek ve temsil taşıdığı kabul edilmeli, böylece Müslümanlar her biri kendi yerinde bize ders olan bu örnekliklerden nasıl ve ne kadar pay almaları gerektiğini bilmelidirler.

Doğrusu en güzel bal, çeşidin bol olduğu ve her birinde farklı bir güzellik, lezzet ve fayda bulunan çiçeklerin oluşturdu koreografide elde edilir. 
 

Yazarın Diğer Yazıları