Nesibe Aldemir

Sonbahardan misafir odasına

Nesibe Aldemir

Gidişler anlatır insana fani olan bu dünyayı. Hoşça kal kelimesi hatırlatır bir kez daha bitmez dediğin saatleri. Ne kadar geçiştirip duymak istemesen de göçebe kuşların sesi ayrılık şarkısının notasını çalar. 

Misafiriz bu âlemde. Bundan ötesi var mı gelip de geçmeyen. Sonbaharın döktüğü yapraklar misali savruluyor ömrümüz. Neşemizle, kederimizle, mutluluğumuzla, hüznümüzle bugün varız yarın olmayacağız. Tıpkı geçmez dediğimiz sıkıntılar gibi bizde çekip gideceğiz bu dünyadan.

Bu kadar gelen geçenin içinde kalıcı gibi davranmaktan vazgeçemiyor insanoğlu. Kafasında bir yığın yarın kaygısıyla yaşarken geçen günlerinin farkında değil. Ayakları sonbaharın döktüğü yaprakları hırçın bir şekilde sağa sola savuruyor. Hatta yapraklara ağza alınmadık sözler sarf ediyor. Garip bir yürüyüş ile telaşla attığı adımlar bedeninden, zihninden ve yüreğinden kopuk. Yürüyor fakat yürüdüğünden habersiz.

Mevsimlerin gelişinin veya gidişinin bir önemi yok. Her zerresinde tefekkürün izlerini barındıran doğa ile arasında koca bir duvar örülü. Duvardan süzülen sarmaşık güllerinin de farkında değil. Yitik düşlerini aramaktan vazgeçmiş. Sadece nefes almasıyla canlı olduğunu düşünüyor. 

Yüreğini saran hırs, nefret, yarın kaygısı, enaniyet ruhunun hamasetini yitirmesine neden olmuş. Uhrevi kapılara sırtını dönmüştür. Diğer gittiği bütün kapıları açmakta ise oldukça kararlıdır. Bu kararlığı onu gecenin gündüze varışından habersiz kıldığı gibi mevsimlerin geçerken verdiği mesajdan da mahrum bırakmaktadır.

Bu dünya ile baş çıkma odaklı yaşanan bir hayat insanı mevsimsiz kılar. Mevsimsiz kalan insan amacını unutur. Arayışını kaybeder. Hep bir tamamlama gayretinde de olsa sürekli bir şeyleri eksik kalmış gibi hisseder. Koşar adımlarla üzerinden geçtiği yapraklar ona ne kadar da fani olduğunu haykırır. Fakat o bunları duyamaz. Duymak istediği şeyleri duyar. Ya da bir duyu organı olan kulağı var mı, onun bile hatırlamaz bazen. Ağaçların rüzgârla söylediği türküleri, kuş seslerinin yankılarını duymaz. Bizi yoktan var eden Rabbimizin ulvi bir uyanışa çağıran sesini yansıtan doğaya sağır kalır. 

Tıkadığı kulağı yetmezmiş gibi gözlerini de kapatır. Yeşilden sarıya boyanan ağaçların çizdiği muhteşem tabloyu görmez. Başını kaldırıp bir baksa neler görecekti oysa. Sonbahar misali bir ömrünün olduğunu… Ya da her mevsimi gereği gibi yaşamanın farkını… Sadece geçmişi ve geleceği düşünmenin hayatı nasıl da siyah beyaz kıldığını… Şimdiye yabancılaştıkça kendinden uzaklaştığını… Bir görebilse neler değişecek hayatında. Tabi gözlerinin olduğunu da hatırlarsa.

Duymaya ve görmeye başlayınca hislerinin de fakına varacak. O vakit hayat gözünde bir misafir odasına dönüşecek. Nasıl ki misafirliğe gittiğimiz odaya yerleşmeye kalkışmıyorsak ya da o odada uzun yıllar kalmanın hesabını yapmıyorsak hayata da öyle bakmaya başlayacağız. Misafirliğin edebiyle güzel izler bırakma, iyi vakit geçirme gayretine girecek. Orada yaşanan bir olumsuzluğa karşı müdahalede bulunurken ev sahibinin hatırını gözetecek. Diğer misafirlerle iyi geçireceği vakitlere odaklanacak. Neticede odanın içindeki herkes misafir. Sadece kimine daha yakın mesafede, kimine daha uzak mesafedeyiz. Kimi bugün gidecek kimi yarın… Bu gidişler olmadan farkına varmalı insan misafirliğinin ve misafirlerin. Kendi gibi baki olmayan kederlerine takılı kalmadan yaşamalı.

Sözün kısası değerli dostlar, geldik ve gideceğiz sonbahar gibi. Misafir olduğumuzu hatırlayalım. Misafirin özel olduğunu da. Bu özel olmanın inceliklerini kavramaya çalışalım. İnce dokunuşlarla işlenen nakış misali bir hayat yaşamanın çabasında olalım ki ebediyet yurduna göçmeden misafirliğimiz güzelliklerle taçlansın.

Selametle… 

Yazarın Diğer Yazıları