
F/ANİ
Nesibe Aldemir
Her ölüm bir diriliş muştusu olmalı kalbe. Gidenlerin acısıyla yanan yüreğimiz ancak kendi karanlığına ışık olabildiğince ölümden ibret alabilir.
Fani dünyanın ani gidişlerinden etkilenmiyor değiliz. Sevdiklerimizi kaybetmenin üzüntüsünü yaşarken dünya ile olan bağımızı sorgulayıp yaşantımızı gözden geçirmek büyük fırsattır hepimize.
Dünyanın keşmekeşliği insanı sık sık aldatır. Nefsin esiri olanların ortağa koyduğu eserler neticesinde dünya çekilmez bir hal alır insanın nazarında.
Etrafımızdaki insanların da birer imtihan olduğunu unuturuz kimileyin. Bu da bizi çıkmaz sokakların eşiğine sürükler. Umutsuzluğu ilke edinir, sürekli şikâyet edenlerden oluruz.
Sabır sözde kalır çoğu zaman. Özü dünya ile hemhal olan insanın ufku daralır. Bu darlıkla her şeyi ziyan eder. Zamanı, insanı, aklını, ruhunu ve kalbini…
Uğradığı zarar ziyanın farkından olmadan ömrünü tüketir. An gelir ki ölüm kapıyı çalar. Ne bir dakika öne alınır ecel ne de bir dakika sonraya. Yeni bir dünyaya gidişin başlangıcında bulur insan kendini. Aniden gider fani olan bu dünyadan, yalnızca heybesinde biriktirdikleriyle…
Ne ah fayda verir ne vah bu ansızın gidişe. Tüm cihan bir olsa ölüm denen gerçeği değiştirmeye gücü yetmez insanın. Bu nedenle en güzel nasihattir ölüm almasını bilene. Kendi gerçeğiyle yüzleşmek isteyen insan teneşir denilen aynaya hiç bakmaz mı?
Yaşlılara, hastalara daha yakın gördüğü ölümü kendinden ve sevdiklerinden hep uzak tutar. Dünyadaki hayatını ebediyet üzerine inşa eder. Bu nedenledir ki tahammülü, sabrı, dirayeti azdır. Yaşadığı sıkıntıların içinde saplanıp kalır. Kin tutan yüreğine söz geçiremez. Huzuru maddede arayan yüreği yaradılış gayesinden uzak yaşar. Affetmeyi bilmez, hoşgörüyü tanımaz, merhametten yoksun kalbi daralır da soluksuz kalır.
Yaşadığı solunum sıkıntısı “yaşayan bir ölüye” dönüştürür insanı. Dünya ve madde sevgisiyle doldurduğu yüreğine ışık sızmaz. Karanlıklar içinde aydınlığı över de kendi payına bir huzme ışık düşmez. Dilde kalır gerçek sevgisi, ameli ve merhameti…
Zamanla uzak düştüğü özüne gittikçe daha da yabancılaşır. Ah insan ne de az bakarsın gökyüzüne! Uçsuz bucaksız semayı görüp de genişlemez mi daralan kalbin. Sahi her düğümü bu dünyada çözeceğine mi inanıyorsun? Ya da an/sızın bir vedadan çok mu uzak sanıyorsun kendini? Sadece mevsim bildiğin sonbaharı dinle, o anlatır sana yaprak misali dökülen ömrü, ansızın gelen rüzgâr misali ölümü…
Söylenir yine meczup kendi kendine;
“Acının renginde dem tutan cümleler dökülmez dile,
Göz ağlar, yürek sızlar,
Ani gidişlere yetişmez vedalar,
İyilerin iyiliği methedilir ardından,
Bıraktığı anılarla avunmak düşer kalbe...”