Nesibe Aldemir

CENNET-İ MEKÂN

Nesibe Aldemir

 Mekânı cennet olsun denilir son yolculuklarda, son vedalarda. Sevdiklerimizi bu dünyadan son yolculuğuna uğurlanırken en güzel cümlelerle uğurlarız.

  Ne kadar kötü de olsa arkasından kötü konuşmaya kimse yanaşmaz. Ölümün soğuk yüzünden mi çekinilir yoksa arkasından söylenen sözlerin onu incitileceği mi düşünülür bilinmez?

  Mekân ölüme kalmış insanoğlu böyle ince düşünmüş. Düşünmüş de neye yarar?

 Giden gitmiş ya da kalan tek kalmış ki...

 Yaşanan mekân artık yerini ölüme terk etmiş. Varlıkta bilinmemiş bir değer yoklukta neyi ifade etmiş?

  Yaşanan her an cenneti mekânı hak etmiyor mu? Varsa sevdiklerimiz toprak olmadan dilenmez mi onlara cennet mekân? Yaşadıkları mekânları cennete çevirme uğraşına değmez mi sevdiklerimizin sevenlerimizin?

  Hayat boyu ömrünü yediğimiz ana, baba kardeş, bacı, ağabeyi, eş, dost, çocuk, arkadaş, komşu ölünce iyi oluyor, gidince kıymeti anlaşılıyor.

  Neye yarar öldükten sonra bilinen değer? Giden geri gelecek mi söylenen güzel sözlerle?

  Mekânı cennet olsun demekle yaşattığımız üzüntülerin içimizdeki sessiz çığlıklarını susturabileceğiz mi?

  Yapılan onlarca Hatim okunan binlerce Yasin ne fayda verecek ki kırık kalple yolcu ettiğimiz sevdiklerimize?

  Var iken, mekânı bu dünya iken, mekânı yanımız iken kaç ayet kaç hadis uyguladık birlikte hayatı da ahireti de cennet-i mekân yapmak için?

  Elimizden sabun gibi kayıp gidenlere özlemle yaşarken olduğumuz şimdiki zamanı da unutuyoruz. İçimiz hep gidene ve geçene yanıyor. Geri gelmeyecek olan geçmiş zamanın ve kaybettiğimiz kişilerin değerini yitirince anlamak onlara tekrar kavuşmak anlamına gelmiyor.

  Öyle ya insanoğlu burnunun dibini görmez, elindeki nimetleri kaybedince özlemi burnunda tüter. Güneş doğar da günün kıymetini bilmez. Gün batınca karanlığı sevmez. Böyledir insanoğlu hep gideni düşler.

  Peki, gitmek mi gerekir fark edilmek için? Solmak mı gerekir bir tebessümle canlanmak için?

  Oysa geçmişe uzattığımız eller hep boş dönmüştür bugüne...

  Ne giden geri gelmiştir son yolcuğundan ne de zaman tersine akmıştır.

  Böylesi bir gerçeği adımız gibi iyi biliyorken, en sevdiklerimizi toprağa kendi ellerimizle veriyorken nedir bizi sevmek ve sevdiğini belli etmek duygusundan alıkoyan? Nedendir bu hayatı cehenneme çevirme uğraşı? Nasıl bir kıskançlık ve hainlik ki kardeş kardeşe düşman? Nasıl bir bencillik ki dünyanın sadece kendi etrafında döndüğünü sanmak?

  İnsanoğlu sevgili benini yüceltme sevdasına dalmışken etrafındaki insanların mekânını cehenneme çevirdiğinin farkında bile değil. Asi bir evlat olmuş da anne babayı kırmış, huysuz bir komşu olmuş komşusunun huzurunu bırakmamış, ilgisiz bir eş olmuş eşini ve çocuklarını ihmal etmiş. Çünkü hayata sadece kendi penceresinden bakıyor, çok sevdiğini insanların penceresindeki buğunu farkında değil. Öyle ki o pencere kimi zaman şiddetli fırtınalarla sarsılıyor, kimi zaman sağanak bir yağmurla yıkanıyor. Peki, bizler hayatımızdaki insanların pencerelerine ne kadar haberdarız?

  Oysa yaşadığımız her mekânı cennete çevirme uğraşıdır hayatı anlamlı kılan. Evimizi, sokağımızı, iş yerimizi gücümüz yettiğince iyilikle ve huzurla doldurmak öldükten sonra dilenen cennet-i mekânı samimi kılar.

Yazarın Diğer Yazıları