Nesibe Aldemir

BİLENLE BİLMEYEN BİR OLUNCA

Nesibe Aldemir

“İnsanın başına bir sıkıntı geldi mi Rabbine yönelip O’na yalvarır; sonra Rabbi ona katından bir nimet verince, daha önce yalvardığını unutarak yolundan saptırmak için Allah’a eşler koşmaya kalkar. De ki ona: "İnkârcı tutumunla biraz eğlenedur bakalım! Gerçek şu ki sen ateşi boylayacaklardan birisin! (Bu adam mı,) yoksa ahiret kaygısıyla ve Rabbinin rahmetine nail olma ümidiyle gece vakitlerinde secde ederek, ayakta durarak kendini ibadete veren kişi mi (daha iyi)?" De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Doğrusu ancak akıl iz ‘an sahipleri bunu anlar.” (Zümer Süresi 8 ve 9. Ayet)

 İlahi kelamın her kelimesi her cümlesi ayrı bir öğüt verici ve yol göstericidir. Düşünmek ve yol bulmak isteyene Rabbim ayetleri ile ışık tutuyor. Yeter ki bizler bunun farkında olalım ve unutmayalım. İnsan unutkan bir varlıktır. İnsan kelimesinin kökü nisyandır. Nisyan ise, unutkanlık demektir. Dolayısıyla insan da unutkanlığa müpteladır. Zümer Süresinin yukarıdaki ayetlerinde de unutkanlığımıza vurgu yapılıyor. Sıkıntı ve zorluk anında Allah’a olan yönelişlerimiz rahatlık anındaki sapmalarımız bizi unutkanlığa sevk ediyor. Hâlbuki bütün anlar ve zamanlar imtihandır. Varlık, yokluk, hastalık, acı, keder, neşe, mutluluk hepsi insana dair sınanmalar ve oyalanmalar bütünüdür.

 Yine 9. ayette geçen “Bilenle bilmeyen bir olur mu?” Sorusu kulaklarımda yankılanırken günümüzü düşündüm. Bilgi çağı, teknoloji çağı derken ne gelişmelerin ve konforun içerisindeyiz diye tefekkür etmek hangimizin aklında? Hakikaten bilmemek veya öğrenmemek için nasıl bir bahane üretebiliriz? Dünya parmakların ucunda, bilgi mi istemediğin kadar arama motorlarında... Kitaplar mı kütüphanelerde unutulmaya mahkûm...

 Tüm bu gerçeklerle yüzleşmek için çok geç kaldık. Çünkü zaten herkes her şeyi biliyor. Herkes âlim. Lakin uygulama noktasında üzerimizde bir üşengenlik. Başörtüsü mü artık çoğumuz tesettür modasının ön saflarındayız. Namaz mı kalbi temiz olana farz değilmiş gibi savunma yapmak, üstüne namaz kılanların yaptığı kötülükleri konuşmak. Geçen gün sosyal medyada rastladığım bir paylaşıma geleyim. Doları iki katı yükseltenlerin Müslüman olmadığı fakat doların yükselmesini fırsat bilerek fiyatları üç katına çıkaranların Müslüman olduğu söyleniyor ardından iyi ki düşmanlarımız Müslüman değil şeklinde yapılan paylaşım içler acısı bir durum.

 Bir topluluğun, bir milletin, bir grubun, bir bireyin yaptığı hata veya yanlış nasıl olurda İslam’a ve Müslümanlığa yüklenebilir. Başörtülü kadın, namaz kılan Müslüman, infak yapan hayır sahipleri oldu ya bir günah işledi veya hataya düştü. Bak efendim ne çıkarsa Müslümanlardan çıkıyor demek tam anlamıyla İslam düşmanlığıdır. Veya yaşayamadığımız İslam’a dil uzatmaktır. Ya da günahtan kararan kalplerimizi beyazlatmaya çalışmaktır. Durum böyle iken kurduğumuz cümleler İslam’ın imajına gölge düşürmektedir. Oysa bu hadsizlik kimin haddine? Bilenle bilmeyen bir oldu diye bu şekilde konuşmak hangimize yakışır?

 İslam’ı tam anlamıyla yaşamak için göstermediğimiz gayret bir yana ona karşı dil uzatmak bir yana. Üstelik tüm bunları bile bile yapıyoruz. Nefesimize böyle güzel geliyor. Müslümanlığı bizden iyi bilen yok. Kur'an-ı Kerim'i okumayan yok. Fakat uygulama noktasına gelince hepimiz bir yana kaçıyoruz. Olmadı Müslümanlığı eleştiriyoruz. Sonuç ne oluyor peki? Bilenle bilmeyen bir oluyor ve bu birlik hepimizi darmadağınık ediyor. İslam’ın tek harfinden haberi olmayanla onu bildiğini ifade eden aynı noktada buluşuyor. Bu buluşma hepimizin sonu oluyor. Birde bakıyoruz ki günümüz Müslümanlığını eleştirenlerle aynı saflarda yer alıyoruz. Öyle ya yine unutuyoruz bildiklerimizi.

 Sahi bize ne oldu, neden bu hale geldik? Yaptıklarımızı örtmek için veya yapamadıklarımızın vicdani yükünden kurtulmak için mi İslam düşmanlarıyla bir olup Müslümanlığın imajını sarsmaktaki amacımız?  Tüm bu soruların cevabının tek ortak paydada buluşuyor aslında. Başa bela unutkanlığımız, bildiklerimizi uygulamak yerine nefsi hoşnut etme çabamız…

Yazarın Diğer Yazıları