Nesibe Aldemir

Yüzeyde yüzeysel

Nesibe Aldemir

Çağın tanıklık ettiği teknolojik gelişmeler büyük ilerlemeler gösteriyor. Hayatımız her gün bir adım daha kolaylaşıyor. İnsan her gün biraz daha bedenen rahata ediyor. Makineler, ulaşım kolaylığı, internet çağı derken hayatımız her gün yeni bir kolaylığa merhaba diyor. 
 Tüm bu güzelliklerin hayatımıza kalite kattığı tartışılmaz bir gerçektir. Kalite ise beraberinde rahatlığı getirdi. Ve hep biraz dahasını ister olduk. Hangimiz bir biraz daha rahat istemez ki? Sanırım bu cevaba hayır demek samimi bir cevap olmayacaktır. 
 Ulaşılmamız gereken uzak bir mesafedeki yeri düşünün. Bu yere zorlu yolları aşarak gitmek yerine rahat ve konforlu bir yolculuk ile gitmeyi tercih etmek zamanın verdiği rahatlıktan ve imkandandır. Yolculuğun da en iyisini istemek kuşkusuz teknolojinin sunduğu imkanlardan sonuna kadar yararlanmak hepimizin en tabi istediğidir.
 Babaannem hep anlatır, sırtında çocuk ile üzüm bağlarına yemek taşıdığını. Binbir çile ile yürüdüğü zorlu yolları... Elde yıkanan çamaşırlar, bulaşıklar... Ocakta kaynayan tencereler... Dinlemek bile ağır gelir bu cümleleri. Çileyle yoğrulmuş hayatlardan sızan. 
 Şimdi mutfaktan bir bardak su getirmekten aciz olan bir nesil yetişiyor. Neden mi? Çünkü önlerine sunduğumuz hayat yaşamaya hazır. Nefes almaları ve beslenmeleri yeterlidir. Yeni nesil her şeye artık o kadar kolay erişiyor ki kazanmanın ve kaybetmenin ne demek olduğunu kavrayamıyor. Yaşamları tüketim odaklı olduğu için üretimin önemini anlamakta güçlük çekiyorlar. Bu durum insanı düşünmekten de alıkoyuyor. Düşünmeyen insan ise yeni şeyler üretemiyor. Yeteneklerinin kendisi dahi farkında olmayan bireyler köleleşmediklerini savunuyorlar fakat her gün biraz daha körelerek yaşama devam ediyorlar. İnternet başında geçirdikleri zaman artıkça zihinlerindeki canlılık yerini ölüme bırakıyor.

Bedenlerin bu denli rahata erdiği bir çağın insanı olmak güzel. Buna itiraz yok. Hangimiz kullandığımız araca olmasaydı diyebiliriz? Hangimiz elde çamaşır yıkamak daha güzel yalanını söyleriz? Hangimiz kaliteli bir yaşamı sıkıntılarla dolu bir hayata tercih ederiz?
 Fakat bunların yanında kalbin ve ruhun giderek yüzeyde soluklanması ne kadar yüzeysel bir hayat yaşadığımızı da gösteriyor. Yaşam bir o kadar kolay iken bir insanı dinlemek, bir insanın derdine ortak olmak, bir hastayı ziyaret etmek, bir insanın halini hatırını sormak neden bu kadar zor? Tebessüm etmek, bir merhaba demek, selam verip selam almak, iyi olmadığını gözlerinden anlamak sırtımızda taş taşımak misali neden bu kadar ağır? 
Yüzeyde yaşıyoruz hayatı değerli dostlarım yüzeyde. Herkes kendi kıymet görsün istiyor. Kendi sorulsun, kendine merhaba denilsin. Hep karşıdan bekliyoruz. Yüzeysel konuşuyoruz. Rutin işler gibi hal hatır sormalarımız. Kimse kimsenin yürek sesini duymuyor, duymak istemiyor, duyması gerektiğini düşünmüyor ya da duymak işine gelmiyor. Yüzeydeki seslerle konuşuyoruz. Yüzeysel duygularla yaşıyoruz. Bedenlerimiz rahat yaşamaktan oldukça memnun. Fakat yüreklerimiz yalnız. İçimize adım atmaya, derine inmeye ve düşünceye dalmaya cesaretimiz yok. Yüzeyde kalmak kolayımıza geliyor. Yalnızlığımızla yüzleşmekten korkuyoruz. İçimizde var olan incileri  keşfetmek, fıtratımızda var olan insani duygulara erişmek dünyanın gözümüzdeki rengini değiştirmeye vesile olacaktır. Yeter ki yüzeyde kalmayalım. Kendimizle yüzleşelim. Rahat eden  bedenimizin ruhu ne kadar rahatsız onu sorgulayalım. İnancım, o zaman yürekler dirilişe geçecek. O zaman gerçek anlamda insanın ve insanlığın elinden tutmuş olacağız. Anlamak ve anlaşılmak denilen köprüden geçerken yüzeyde kalan duyguları derine çekmenin rahatlığıyla düşme korkumuz da olmayacaktır. Çünkü insanlık bazen düşmeyi bazen derine dalmayı bazen de gerçeklerle boğulmayı gerektirir. Bunu idrak edebilmemiz için ''ağırlığa'' ihtiyacımız vardır. Çünkü yüzeyde olmak hafifliği, derinde olmak ise ağırlığı gerektirir. Selametle....
 

Yazarın Diğer Yazıları