Necip Cengil

Muhalefet ve İktidar Dilinin Ayrılığı

Necip Cengil

Bir söylemin arka planında etkin olan bilgisizlik olabilir, kasıt olabilir, asıl yüzünü gizlemek olabilir, hırsın beslediği düşüncesizlik olabilir, çekememezliğin sonucu olabilir, basiretten yoksunluk olabilir, iktidarı ele geçirmek için her söylemi mubah görmek olabilir, nimete ulaşınca bulaşan şımarıklığın sonucu olabilir, ehil olmayana verilen sorumluluğun neticesi olabilir… Bunların hiçbiri değil de bilginin, tecrübenin, cesaretin beslediği bir dil de olabilir. Asıl sorun; bir kişi, zayıfken, elinde güç yokken, muhalefette iken, neden güce ulaşınca konuştuğu gibi konuşmaz, davrandığı gibi davranmaz?

İnsana verilen eğitim ya insanlığını kurutur veya geliştirir. “Sizin hayırlınız insanlığa faydalı olandır” düsturuyla yetiştirirseniz sonuç olumlu; “merhamet etme, merhamet edersen acınacak hale gelirsin” diye bir genellemeyle yetiştirilirse olumsuz olur. Amacınız kötüye karşı uyanık olmasını sağlamaksa, ona hayatta ikiyüzlü kişilerin olduğunu, her kaptaki sıvının su veya içilebilir su olmadığını veya düşmanca davrananlarla dost olmamak gerektiğini öğretirsiniz. İlk inen ayetlerde peygamber bile, kaba, yağcı, yalan makinesi, yemin edip durarak aldatan, insanların gizli hallerini araştıran kişilere karşı uyarılmıştır. En yakınlarla başkaları arasında bile adaletle davranması bildirilmiştir. Aralarında ahit olan birileri ahdini bozarsa onun da açıkça ama adaletle ahdi askıya alması söylenmiştir.

“Her sorumluluk bir emanettir, emaneti ehil olanlara verin” düsturuyla değil de “kim size kayıtsız şartsız itaat edecekse ona görev verin” yanlışıyla eğitirseniz semeresi elbette aynı olmaz. Emaneti ehline vermekle adaletle hükmetmenin olmazsa olmaz bir ikili olduğunu da belirtmek gerekir. İtaat kavramı da önemlidir ancak o özellikle yöneticiler tarafından ve onlara yaranmak isteyenler tarafından sömürülen bir kavramdır. Yağcılığı itaat olarak algılayan yöneticiler işlerin rayından çıkmasına sebep olmuş, yağcılık yoluyla kısa günün kârına ulaşmak isteyenler de başında oldukları işleri tüm şehrin ve ülkenin zararına olacak şekilde çıkmaza sürüklemiştir.

“Sözü dinleyin ve güzeline uyun” düsturuyla değil de “herkesi dinleyin ama bildiğinizi okuyun” eğriliğiyle öğütlerseniz durum elbette hayra olmaz. Nitekim şehri yönetmeye namzet bir şahsa “her namzet dolaşıp fikir alıyor ama seçilince hepsini unutuyor” dendiğinde o dönüp şöyle demişti: “ Biz dinleriz ama bildiğimizi okuruz.” Şimdi bildiğini okuyacağını zaten başta izhar eden birinin geldiği görevde “sözün güzeline uymak” “emaneti ehline vermek” “yağcılıkla itaati ayırabilmek” “ adaletle işleri rayına koymak” diye bir derdi olabilir mi? 

Bütün bu hatırlatmaları bir kenara bırakınca, taşıdıkları nice hasta anlayışla, nice kirli insanlar milletin ve devletin başına bela olur. Musibetleriyle ülke insanına kısa sürede farkına varamayacakları dertler yaşatırlar. Ağızlarından bal damlayanların zamanla öyle olmadıkları anlaşılır ama insanlık iyilik yolunda vakit yitirir.

Kişi neden muhalefette iken ayrı iktidara gelince ayrı davranır sorusunun belki en önemli cevabı nimet şımarıklığıdır ama yukarda anlatılanlardan bağımsız olarak bir nimet şımarıklığından (küfranı nimet) bahsetmek eksik kalır. Zira her hastalığın birden fazla nedeni vardır. Nimet şımarıklığı özellikle hatırlatılan olumsuzluklardan biridir. Kişi kendisine verilen nimetin (malın, sağlığın, makamın, yöneticiliğin) ne yaparsa yapsın, nasıl yaşarsa yaşasın yok olmayacağını sanmaya başlar. Bu kötü ve yok edici bir zandır. Öyle ki, o kişi namaz kılar ama bu özelliğinin diğer tüm olumsuzlukların silicisi olduğunu kabul eder -düşünür demiyorum çünkü düşünse böyle bir sonuca varmaz- ve ötesini zaafları belirler. Bazen kendisini yönlendirenlerin zaafları olduğunu da anlamaz, bazen anlar ama sonuçlar kendisini cezbedip perdeler. Ta ki bahçe sahipleri örneğini yaşayana ve sahip olduğunu zannettiği nimetler yok olana kadar. Bu şımarıklığın sonucu bazen sadece şahsı etkiler, bazen tüm çevresini veya mensubu olduğunu söylediği camiayı. Neden bu duruma düştüğünü anlamak için çaba harcamaz veya düşünür gibi yapar fakat şeytanı ona “sen iyisin, seni çekemiyorlar” dedirtir ve uyaranları dinlemez. Neticede küfranı nimet yılların emeğini zayi eder. Muhalifken “adalet” diyen kişi sayılamayacak adaletsizliklere yol açar. “Zulme rıza gösteremeyiz” diyen kişi güç eline geçince yaşattığı zulümleri görmez olur. “Helal kazanç esastır” diyen kişi “mal benim değil mi istediğim gibi harcarım noktasına gelir. Bütün bu küfranı nimeti, yağcıları, alkışçıları perdeler. (Haliyle küfranı nimetin bileşenleri ortaya çıkar.) Çünkü “Allah, bir topluluğa lütfettiği nimetini, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez” ayetini unutmuşlardır veya nicedir kazanç zannettikleri her ne varsa kendilerini perdelemiştir. Böylece kendileriyle birlikte yeni nesilleri de umutsuzluğa sürüklerler. Yeni nesiller, kendilerinin bir zamanlar “dava” diye çırpındıkları konu hakkında hiçbir heyecan duymaz olur veya nötr kalır ya da “dava dediğiniz sizi buraya getirense alın sizin olsun der” çıkar.

Küfranı nimet, nimete karşı şükürsüzlüktür. Şükürsüzlük hem dille, hem halle ortaya çıkar ve muhalif iken kullanılan dili de değiştirir.

Arada durup değerlendirme yapmak ama her eleştiriyi de dikkate alarak değerlendirmek gerekir. Biraz yol aldıktan sonra duran Kızılderili rehberin, “gideceğimiz adrese varmadık neden oturuyorsunuz” diyen yolculara verdiği cevap müthiştir: “Ruhlarımız geride kaldı, biraz dinlenip onları bekleyelim!”

Ruhlarını geride bırakanlar küfranı nimeti ve sonuçlarını anlayamaz.
 

Yazarın Diğer Yazıları