
Kulaklığa gelmeyen ses
Mehmet Zeki Dinçarslan
Bir kulaklık reklamı gördüm. Kulaklık deyip geçmeyin. Günümüzün önemli aksesuarlarından olmakla birlikte ciddi bir prestij metaıdır aynı zamanda. Mevzubahis kulaklık tüm dış sesleri keserek dinleyiciye müthiş bir dinleme deneyimi yaşatıyormuş. Sanki cennetteki İslam bülbüllerini dinliyoruz o kulaklıkla. Bir iki müzik, bir iki film değil mi dinlenecek olan. Ama yok, müthiş bir deneyim olmalı. Dışarıdan hiç ses gelmemeli. Zaten dışarıdan gelen seslere kulaklarımızı tıkayabildiğimiz kadar tıkıyoruz. Bir de bu kulaklıklarla tüm gerçek sesleri de keseceğiz. İnsan olmanın ne esprisi kalıyor ki?
Çok yakında kulağa ameliyatla takılabilen kulaklıklar çıkacak. Düğmeye bastığınız anda dışarıdan gelen hiçbir sesi duymayacaksınız. Daha çok içinize dönüp dış dünyadan mümkün oldukça uzağa gideceksiniz. Şehrin seslerinden uzak, huzurlu bir vaha. Keşke vicdanların sesini kapatabilecek teknolojileri de üretseler. Böylelikle, dünyanın değişik köşelerinde acı çeken insanların varlıklarından haberdarlığımızı da zihinlerimizden silebiliriz. Savaşlarla, soykırımlarla yok edilen insanların varlığını unuturuz. Üç otuz paraya, kanlarını verircesine kulaklık üretiminde çalışan 8-10 yaşlarındaki çocukları da düşünmemiş oluruz. O çocuklar ki, önemli bir kısmı erişkinlik çağlarına ulaşamadan zorlu çalışma koşulları yüzünden ölüp gidiyorlar. Varsın ölsünler deriz. Bize kulaklıklarımızı üretsinler de.
Vicdanların sesini susturmak için kulaklığa ihtiyaç yok biliyorsunuz. Birkaç sosyal medya kaydırmalı videosu, bir iki tane bol dedikodulu televizyon programı, futbol maçları, siyaset polemikleri... bunlara kapılıp gidenler için vicdan diye bir şeyin zerre kadar önemi yok. Vicdan dediğiniz şey, içi boş bir kukla gibi değil mi ki. Lafı geçince bol bol anlatır sonrasında yeniden neşe içindeki hayatlarımıza döneriz. Vicdan, zamanla farklı anlamda kullanıla kullanıla gerçek anlamını yitirmiş kelimeler gibi.
O kulaklığın ya da o marka ayakkabının ya da o çikolatanın veya çok prestijli başka bir marka ürünün üretiminin nasıl olduğunu biliyor musunuz? "Bu ürünün üretiminde çocuk işçi çalıştırılmamıştır" notlarına rastladıysanız bilin ki o notun etiketini o ürüne diken çocuk daha on yaşında bile değil. Belki yirmili yaşlarını hiç göremeyecek. Fakat bu bizi ilgilendirmiyor. İnsanın, tüketim davranışları ile tanımlandığı bir zamanda yaşıyoruz. Büyük miktarlarda ürün üreten firmalar, kâr maksimizasyonu için çaba gösterirken en büyük günahları işlemekten geri kalmıyorlar. Bugün dünyadaki açlığın, yoksulluğun, savaşların, çocuk istismarlarının altında yatan en büyük sebep kâr maksimizasyonu.
2024 yılında 160 milyon çocuk çeşitli işlerde çalışıyor ve bunların yarısı 5-11 yaşları arasında. 2024 yılında 2,2 milyar insan temiz içme suyuna ulaşamıyor. 2024 yılında 750 milyon insan aç, açlık sınırında yaşıyor. 2024 yılında başta Gazze olmak üzere dünyanın dört bir köşesinde savaşlar devam ediyor. Gazze’de yüzbinlerce masum hunharca katledildi. 2024 yılında Doğu Türkistan’da milyonlarca insan sistematik bir şekilde soykırıma uğruyor. Myanmar, Meksika, Nijerya, Brezilya, Sudan, Kamerun ve daha birçok ülkede savaşlar devam ediyor.
Tüm bunlar devam ederken, birileri savaşın kanlı ekmeğini yerken, birileri çocuk işçilerin emeğini sömürürken, dünyanın önemli bir kısmı aç ve susuzken… Düzeni kuranlar dünyanın geri kalanını uyumlulaştırmak için insanların vicdanlarını etkisiz hale getiriyorlar. Vicdanı susturmak için uydurulmuş kavramları var. Markaları var, prestij algıları var. Düzenleri saat gibi işlesin diye her birimize birer tane telefon, birer tane kulaklık, birer tane uyuşturucu hap vermişler bizler de uyuyup gidiyoruz.