Mehmet Zeki Dinçarslan

İyi izler bırakmak

Mehmet Zeki Dinçarslan

Malatya Fen Lisesi’nden arkadaşlarım o dönemlerden biraz daha bahsetmemi istediler geçen yazımın üzerine. Doksanlı yılların fen lisesinden bahsedeyim biraz.

Koğuş binasında fareler dolaşıyor. Pislik içindeki binada fare ne bulup yiyecek işte, şaşkın hayvan. İki yan koğuştaki Mehmet kapan kurmuş. Bir tane de yakalamış diyorlar. Lise sonlar geçen dönem ayrıldığı için bizi alt kata aldılar. Üst kat yalnızlığına terk edildi. Yukarıda cinlerin dolaştığını söyledikleri için hepimiz korkuyoruz yaklaşmaya. Yine de bazı uyanıklar dönemin başında yukarıya gidip birkaç masum eşya değiş tokuşu yaptılar. Berbat yataklarını daha az berbat olanlarla değiştiler, berbat dolaplarının aksamlarını daha az berbat olanlarla değiştiler. Bu yüzden okulda bir kızılca kıyamet koptu, idareciler öğrencileri toplayıp bin bir tane hakareti sıraladılar her zamanki gibi. 

O yataklar ilk alındığı günden itibaren herhangi bir temizlik görmüş değil. Okulun verdiği iki tane ince battaniyeyi almadım ben, evden yorgan getirdim. Benim adıma kayıtlı iki battaniyeyi Malatya dışından gelmiş bir çocuğa verdim. Dört taneyle ancak ısınır. Bu pis bina ilk yapıldığında böyle değildi eminim. Hatta doğru düzgün temizleseler yine de böyle olmayacak ama umursayan yok. İlk olarak veterinerlik lisesi olarak yapıldığını söylüyorlar. Kantin olarak kullanılan bina ahırmış eskiden, atlar filan da varmış. İnönü Üniversitesi ilk açıldığında bu binayı kullanmış. '86 yılından beri de Malatya Fen Lisesi. Benden üç dönem önce Türkiye birincisi burayı tercih etti. Bilkent'i kazandı sonradan. Öğrenciler iyi, kapasitesi yüksek çocuklar. Fen liseleri sınavından iyi dereceler yapanlar girebiliyorlar buraya. Fiziki ortamsa aksine berbat durumda ve her geçen gün kötüye gidiyor. 

Temizlik yapıldığını görmedim. Kendimiz de yapamıyoruz çünkü bunun için ne ekipman var ne de vakit. Sabah 06:30'da terk ettiğimiz bu binaya akşam 21:30'da dönüyoruz çünkü kapılar kilitli. Kapıların neden kilitli olduğu da belli değil. Sabahın karanlığında gözümüzden uyku aka aka çıkıyor gece yarısına kadar aynı ceket, pantolon, kravat, gömlek ile dolaşıyoruz. Kahvaltı arası, öğlen arası, ikindi arası ve akşam araları uzun ve kapı açık olsa istirahat edebiliriz. Açmıyorlar. Hayır, açmadıkları o kapı çok matah bir yere çıkıyor olsa bu kadar dert etmeyeceğim. Pislik içindeki bu mekâna yatakhane bile demiyoruz, koğuş diyoruz. Aralarda iki dakika ayakkabıdan kurtulsak, terlik giysek o bile dinlendirecek bizi ama maalesef... Darbe dönemlerinin mi kalıntısı bu adamlar, kendi kendilerine askercilik mi oynuyorlar bilmiyorum. Tek bildiğim, öğrencinin bu okulda zerre kadar kıymetinin olmadığı. Bahsettiğim bu fareli dönemin sonunda okuldan ayrıldım zaten, '96 senesiydi. Bu kadar pisliğe dayanmak mucize. 

Sabahleyin azıcık geciken olursa vay haline. Uykuda mı kaldın, geciktin mi. En hafif cezası hakaret. Dayak sürpriz değil. Bir tane iri yarı fizik hocası var, geç gelenlerin sırtına vuruyor bağıra bağıra: “Samimiyetime mi güveniyorsunuz?” Ne samimiyeti varsa. Sormak cesaret istiyor. 6:30’da o sınıfta dikilmek zorundasın. 15-16 yaşlarında çocuklarız hepimiz. İnsanlık hali, azıcık geciksen hakaret kapıda. O da şanslıysan sadece hakaretle kalıyorlar.  

Fare olayını sonraki yazıya bırakıyorum. Şu noktayı uzun yıllar düşündüm, bir insan, bir öğretmen neden bu kadar kötü davranır ki öğrenciye. Bir şeyler öğretmek istemiyorsun o belli. İyi bir iz de bırakmak istemiyorsun. Hayırla yâd edilmek de istemiyorsun. Peki, neden öğretmenlik yapıyorsun ki? Geçenlerde o dönemin müdür yardımcılarından birinin vefat haberini duydum. Ağzımdan “Allah rahmet eylesin” gibi basit bir ifade bile çıkmadı. Adam yetiştirmek gibi bir derdi olmayan bu insanlar kaybettikleri hayatlar kadar kendileri de kaybetmemişler mi?

Yazarın Diğer Yazıları