Hatıralarımızın Yıkıldığı Şehir
Mehmet Zeki Dinçarslan
Henüz altı yaşında olduğum bir gün mahalleyi keşfetmek için evden çıktım. Çat pat okuma öğrenmiştim fakat okula gitmediğim için okuduklarımı çok fazla muhakeme edemiyordum. Ömer Efendi Sokağı’ndaki evimizden biraz yukarıya çıkıp sola dönünce "İstanbul" yazan bir tabela gördüm. "Evden çok uzaklaşmışım" diye korkarak koşa koşa geri döndüm. O sene okula başlayacaktım.
Okula başladıktan sonra mahalle keşfimi biraz daha ilerletme fırsatım oldu. Yandaki sokak Saray Camisi'ne çıkıyordu. Caminin minaresi yoktu, yıllar sonra yapıldı. Sokakta top oynanabiliyordu, araç sayısı fazla değildi. Etrafta apartman sayısı az, iki katlı ahşap evlerin sayısı fazlaydı. At arabaları yük taşıyor, çocuklar heyecan olsun diye arabaların arkasına asılıyordu. Evden aşağıya gidince belediye binasının arka tarafındaki bir sıra dizilmiş önlerindeki daktilolarda yazı yazan amcaları görüyordum. Yukarıya doğru gidince de yol beni okuluma, Gazi İlkokulu'na çıkarıyordu. Kışla Caddesi korkutucu bir yerdi zira araç trafiği yoğundu. Şaşkınlıkla, bu caddedeki hiçbir binanın ev olmadığın fark etmiştim bir gün.
İstanbul Pasajı en eğlenceli yerlerden birisi oldu zaman içerisinde. Geçenlerde, yıkılacağını öğrendiğim için son bir defa adımladım pasajı. Ortaokul yıllarında pasajdaki kitapçının önünden geçer, içerisinin büyülü bir dünya olduğu hayaliyle kaçamak bir bakış atardım. İçeriyi çok merak ediyordum ama cesaretimi toplayıp girememiştim bir türlü. Pul koleksiyonu yapan arkadaşım Okan Yıldırım beni içeriye soktu sonunda. Yaşlı amca titizlikle sakladığı para ve pulları öğrencilere gizli bir hazineyi gösterir gibi gösteriyordu. Büyüye ben de kapılmış, kitapların içine girmiştim.
Sahaf Muharrem amca ile uzun yıllar süren bir ahbaplığımız oldu. Boş vakitlerinde kitapları okuduğu için her kitap hakkında bir fikri olurdu. Gittiğim zaman sevinir, çayımı söylerdi ve muhabbet başlardı. Bazı kitapları ısrarla tavsiye eder, bazılarını sorduğum zaman "o sana yaramaz" deyip konuyu kapatırdı. Kapitan isimli bir kitap sordum bir gün, Kapital zannetti ve "sen ne yapacaksın o kitabı, boşver" diyerek konuyu kapattı. Kitaba ulaşmanın bugünkü kadar kolay olmadığı yıllarda hem kitap buluyor, hem de Muharrem Keçeli amcanın yönlendirmesi ile yaşıma uygun olmayacak kitaplarla vakit kaybetmiyordum. Nur içinde yatsın.
Otuz sene öncesine ait bir video gönderdi arkadaşım. İstasyon virajından başlayıp şehrin çeşitli yerlerini kayda almışlar. Bu şehrin adını Malatya yapan onlarca ayrıntı var. Yıllar içerisinde birer birer yok olduğuna şahit olduğumuz onlarca yapı. Hepsi zamana, hırsa, insanların daha çok kazanma iştahına teslim olarak yıkılmış gitmiş. Birkaç tane ayakta kalan olduysa da onu da deprem ve deprem sonrası halletti. Depremin yıkımını kaldırabiliyor insan fakat depremden sonra bir yerleri yıkmak için bu kadar iştahlı davrananlar anlaşılır gibi değil. Sanki şehir işgale uğramış, düşman "yıkmak lazım, yıkmak lazım, Malatya'yı, yıkmak lazım" diye bağıra bağıra balyozlarla işe girişmiş gibi. Sağlam olmayan yerler yıkılsın tamam da, İstanbul Pasajı'nı yıkıp ne yapacaksınız? Zaten tek katlı, iki katlı yapılardan oluşuyor ve komple yıkılacağına tadilatla kurtarılabilirdi. Bizim hatıralarımızın bir kısmı da kurtulmuş olurdu böylelikle.
Yıkmak kolay, yapmak zor derler. Depremden sonra yıkma şehveti o kadar arttı ki, sağlam-çürük ayrımı ortadan kalktı. İş bankası binasını zorla yıktılar. Birçok bina yıkılırken ne kadar sağlam olduğunu ispatladı. Yine birçok bina yıkılacak ve yüz binlerce insanın hayalindeki şehir de böylelikle yok olup gidecek. Filmlerde olur ya, adamı uyuturlar, yıllar sonra uyanır. Otuz yıl önce uyumuş bir insanı uyandırıp, şu an inşa edilen şehri gösterdiğiniz zaman buranın Malatya olduğuna nasıl ikna edeceksiniz? Uyumayan bizler nasıl ikna olacağız peki? Kendimi, köklerinden koparılmış gibi hissediyorum. Siz de benim gibi misiniz?
İstanbul Pasajı, Kışla Caddesi şimdi yıkılıyor. Tüm hatıralarımız birer birer mekânlarından koparılmış durumda. Şehrin caddelerini gezerken geçmiş yılların hatıraları acı ve şaşkınlık verici bir şekilde zihinlerimizde canlanacak bir süre. Bu yaşadığımız bir rüya mı acaba diye soracağız kendimize. Yıkılan her binayla birlikte o hatıralar sadece düşüncelerimizde sürdürecek varlıklarını bir zaman, bizlerden sonra hiç var olmamış olacaklar.