Mehmet Zeki Dinçarslan

Bilginin barajı matbaa

Mehmet Zeki Dinçarslan

Eski yüzyıllarda yaşamış yazarların kitaplarını okurken sık sık ellerimi dizlerime vururum. Edgar Allan Poe'nin daha 1800'lerin başlarında yayınlamış olduğu hikâyeler bir yandan hayret ve hayranlık duygumu besler, diğer yandan -ister istemez- o yüzyıldaki Türkiye'nin durumunu düşündürtür. O yüzyıllarda Osmanlı Devleti gerileme dönemine girmiş, Rusya ve diğer bedhahlarla savaşmakla meşguldü. Matbaa ülkede daha çiçeği burnunda bir çocuktu ve basılı eser sayısı oldukça azdı. Amerika'da yaşayan insanlar sürekli yayınlanan edebiyat dergilerinden, romanlardan faydalanıp ufuklarını geliştirirken bizdeki durum bana diz dövdürtecek seviyedeydi. Dünyanın bir tarafındaki insanların yeni şeyler öğrenerek kendilerini geliştirdikleri bir çağda benim ülkemin insanlarının edebiyata ve tabi ki bilime erişimlerinin kısıtlı olduğunu düşününce dizimi dövmeyip de ne yapayım?

Matbaa deyip geçmeyin, dünya tarihinin en önemli olaylarından birisidir matbaanın yaygınlaşması. Avrupa'da 15. yüzyıldan itibaren yaygınlaşmaya başlayan bu alet bilimsel bilginin ve düşüncelerin daha geniş kitlelere ulaşmasında çok merkezi bir rol oynamıştır. 1600'lü yıllarda Avrupa'da yaşayan bir vatandaş Leibniz, Kepler, Descartes, Pascal, Locke gibi bildiğiniz isimlerle birlikte daha az bilinen yüzlerce yazara ulaşma imkânı bulabiliyordu. 

Hadiseye sadece yazarlar açısından bakmamak lazım. Basılı eserler sadece kitaplar değil. Matbaanın yaygınlaşması ile gazeteler, dergiler de yaygınlaştı. Yine çok duyduğumuz isimlerin makaleleri matbaa sayesinde kitlelere ulaştı. Çok dalga geçiliyor fakat Galilei'nin dünyanın dönmesiyle ilgili yayını matbaa sayesinde kitlelere ulaşmış ve Kilise'nin şimşeklerini yazarın üzerine çekmiştir. Dalga geçilecek değil gıpta edilecek bir bilimsel keşif ve mücadeledir. Tüm bunlar olurken ülkemizde hâlâ el yazması eserler üretilmekteydi. Yazılı eserler önce bir büyüğe sunulurdu, geniş kitleler ise sözlü kültür öğeleri ile besleniyorlardı. Tabi ki 17, 18, 19. yüzyıllar Avrupa ve Amerika'sının ortamını bugün ile kıyaslamak abes olur. Yine birçok temel hak ve özgürlükten yoksundu insanlar fakat uzun vadede devrimlere ve değişimlere yol açacak bir bilgi yavaş yavaş birikmekteydi. 

Bilgi, insanlığın ortak malı. Kitaplar ve diğer basılı yayınlar bu bilginin bir yerde birikmesinin aracı. Basılı yayınlar olmasaydı bilgi sadece sözlü olarak aktarılabilecekti belki de. Bu durumda ne bilim bu kadar ilerleyecekti ne de felsefe. Matbaa sayesinde bilgi daha kalıcı, daha sağlam bir şekilde birikmeye başladı. Akıp giden bilgilerin önüne set çeken bir baraj oldu matbaa. Ne acıdır ki insanlık bundan topyekûn faydalanamadı. Batı medeniyeti bilgiyi üretmek, yorumlamak, ondan faydalanmak gibi hususlarda bize göre daha iyi bir konumdaydı. Bize matbaa gelince doğal olarak alerji ile karşılandı. Binlerce yazı emekçisi ekmeksiz kalmasın diye süreç ertelendi zira binlerce işsiz, binlerce problem demektir. Sonu iyi olacak olsa bile acı reçeteleri uygulamayı kimse göze alamaz kolay kolay. 

17. 18. 19. yüzyıllarda yazılmış bir eser okurken, bu eserin yazarı ya da çevirmeni tarafından bırakılmış, başka eserlere göndermeler yapan dipnotları görünce o zamanlarda oluşmuş muazzam bilgi ağına gıpta ile bakıyorum. Bunların hepsinin matbaanın ürünü olduğunu düşünüyorum. Hür düşüncenin bu bilgi ağı sayesinde yayılmış olduğu ne kadar aşikâr. Hür düşünce olmasaydı hür teşebbüs de olmazdı, içinde hürriyet geçen hiç bir şey de olmazdı. Ne devrimler gerçekleşir, ne krallıklar yıkılabilirdi. Bilgi, biriktikçe ve kitlelere yayıldıkça insanlar özgürleşti. İnsanlar özgürleştikçe kendilerini kısıtlayan şeyleri başlarından attılar. Bugün, matbaa artık işlevini yitirdi fakat insanoğlu tam olarak özgürleşti diyemiyoruz. Bilginin akışının ve birikiminin insanlığı ne tarafa doğru yönlendireceğini ise zaman gösterecek. 
 

Yazarın Diğer Yazıları