Kıymetli Dost,
Hz. Muhammed(sav) ve Hz. Hatice annemizin evliliklerini şöyle bir düşündüm de ne imrenilesi bir evlilikmiş demekten kendimi alamadım.
İnsanın, eşine sonsuz güven duymasını ve büyük bir aşkla eşine bağlanmasını onların hayatında görebiliriz.
Hz. Hatice, eşi bir dönem vaktinin çoğunu dağlarda ve bir mağarada geçirmesine rağmen “Sen ne biçim kocasın? Gidip işine gücüne bakmıyorsun da bir mecnun gibi dağda bayırda dolanıyorsun.” demedi. “Neden bana ve çocuklarına zaman ayırmıyorsun? Madem evliliğin sorumluluğunu kaldıramayacaktın o zaman neden evlendin? Üstelik benim paramla rahat bir hayat yaşıyorsun.” gibi cümlelerden destanlar yazarak eşinin canını da yemedi.
O, eşini hep destekledi. Yük olan değil, yük alan oldu. Çünkü o, eşini çok seviyordu. Sevgiden de öte eşine sonsuz bir güven duyuyordu.
Eşi de onu çok seviyordu ve onun güvenini asla zedelemiyordu. Hanımının daha evvel yaptığı iki evliliği, bu iki evliliğinden olan iki çocuğu ve aralarındaki yaş farkını hiç sorun etmedi.
Velhasıl onlar karşılıklı sevgi, saygı ve güven içinde bir hayat sürdürüyorlardı. Bu da evlerine huzur, bereket ve mutluluk getiriyordu.
Eşi eve geldiğinde Hz. Hatice’nin yüreği ferahlıyor, bu ferahlık yüzüne tebessümler yayıyordu. Hz. Muhammed(sav) ise eve geldiğinde kendisini en mutlu, en huzurlu hissettiği yere girmenin rahatlığı ve sevincini yaşıyordu.
Kendi evine giderken ayakları gerisin geri gitmek isteyen, kalbi daralan, yüzü asılan kocalarla; kocası eve geldi diye canı sıkılan, huzursuz olan kadınlarla dolu bir dünyada onların bu ilişkisi bir aşk hikâyesi değildi. Bilakis aşkın ta kendisiydi.
Hz. Hatice, eşi toplumdan uzaklaşıp kendini dağlara vurduğunda da yanındaydı, vahiy aldığını söylediğinde de… Rasulullah(sav), mağaraya çekildiğinde onun ardından o sarp kayalıkları tırmanıp yiyecek götürür, aç bırakmazdı.
Hz. Muhammed(sav), vahiyle ilk kez muhatap olduğunda korkmuştu ve ilk sığındığı yer, hanımı olmuştu. İnsan, korku ve çaresizlik anlarında en sevdiğinin yanında olmak ister. Rasulullah da böyle yapmış ve teselliyi hanımında aramıştı. Yanılmamıştı da… Çünkü hanımı onun vaziyetini gördüğünde şu sözlerle eşini teskin etmiş, rahatlatmıştı. Zira eş, rahatlatmalı; kasmamalı: “Hakkında kötü şeyler düşünme, sevin. Yemin ederim ki Allah seni hiçbir zaman utandırmaz. Çünkü sen akrabana bakarsın. Sözün doğrusunu söylersin. İşini görmekten aciz olanların yardımına koşarsın. Yoksullara destek olur, onlara kimsenin yapmadığı iyilikleri yaparsın. Hak yolunda gerçekleşenler karşısında insanlara yardım edersin.”
Hz. Muhammed(sav) de en az hanımının kendisine duyduğu sevgiyle bağlıydı eşine. Öyle ki hanımının vefatından sonra bile hanımını sık sık hayırla yâd eder, bazen bir hayvan kesip etini Hz. Hatice’nin arkadaşlarına gönderirdi.
Bir gün Hz. Hatice’nin kız kardeşi Hâle, Rasulullah’ı(sav) ziyarete gelir. Hâle henüz dışarıdayken sesini işiten Rasulullah(sav) sevinçten ne yapacağını bilemez ve dilinden şu ifade dökülür: “Allah’ım! Hâle bu.”
Hz. Aişe, Rasulullah’ın(sav) hanımları içinden en çok Hz. Hatice’yi kıskandığını söyler. Çünkü Rasulullah(sav) sık sık Hz. Hatice’yle yaşadıkları güzel günlerden bahsederdi. Oysa ki Hz Aişe, Rasulullah(sav) ile evlendiğinde Hz. Hatice vefat etmiş bulunmaktaydı. Bir gün Hz. Aişe dayanamayıp kendini kastederek “Allah sana ondan daha hayırlısını vermişken ne diye onu anıp duruyorsun?” deyince Rasulullah(sav) şöyle karşılık verir: “İnsanlar beni inkâr ederken o, bana iman etti. İnsanlar beni yalanlarken o, beni doğruladı. İnsanlar beni mahrum ederken o, beni malına ortak etti. Allah bana ondan çocuklar da ihsan etti. Böyle olduğu hâlde Allah bana ondan daha hayırlısını verdi ha!”
Ne mutlu, Hz. Hatice’yi örnek alan Müslüman kadına… Ne mutlu, Hz. Muhammed’i örnek alan kocaya.
Vesselam…