Depremin ilk günlerinde beş aile ahırdan bozma 20 metrekare bir yerde kalırlar. Toplam 28 kişidirler. Buna rağmen başını sokacak yeri olmayanları gördükçe çadır talep etmekten uzak dururlar. Gel gör ki gelinen noktada insanların bir kısmı bir yerlerden bir şekilde çadır sahibi olurlar ama bu kez de onlar çadır bulamazlar. Çadır, Malatya'da adeta karaborsaya düşmüş bir eşya gibi...
Muhtar, "Çadır bize de verilmiyor." der. Daha büyük yetkililerimiz başvurunuzu kaymakamlıklara yapın, der. Kaymakamlık "Evin hasar durumu nedir?" diye akla ziyan bir soru sorar. Yahu, vatandaşa defaatle evlerine girmemelerini söylüyorsunuz. Sonra da az hasarlıysa çadır vermiyorsunuz. Az hasarlıların bu durumda ne yapmalarını bekliyorsunuz?
Cimer'e yazan vatandaşa Cimer, Afad'a gitmesini söyler. Bu duruma uygun bir atasözümüz var fakat burada söylemeyeyim. Sonra büyüklerimizin ağrına gider, başımızı ağrıtırlar...
Üç kişi, altı aile için Millet Bahçesi'ndeki askerlerden su isterler. Asker ise suların, çadırlarda kalanların hakkı olduğunu söyler. Uzun ısrarlar sonunda asker 19 litrelik bir damacanayı lütfedercesine verir ve "Bunu götürüp altı aile bölüşün." der. Be mübarek, çadır çadır dolaşıp tasla su mu dağıtacaklar?
Çadır bulamadığı için her gün kaymakamlığa gidip yeni bir dilekçe veren bir vatandaş, en sonunda evine gidip oturacağını ve tüm sorumluluğun yetkililere ait olacağına dair bir de not bırakacağını söylüyor. Aynı vatandaş, yemek dağıtım yerlerinden birinde bir tabak yemek istiyor ama vermiyorlar. Neymiş, evi yakınlarda bir yerdeymiş.
Organize sanayi bölgesinde müftülüğe bağlı bir yardım deposundan su isteyen bir vatandaşa, suyu alabilmesi için gidip bir imamla birlikte gelmesi gerektiği söyleniyor.
İnsanları çadır kentlere mecbur bırakan bir uygulama var. Evet, kontrollü ve denetimin kolaylığı adına böyle bir uygulama tercih edilebilir ki zaten uygulanan yöntem bu. Lakin bir vatandaş çadır kentin yeme, içme, giyim ve eğitim faaliyetlerinden istifade etmek istemiyorsa yöneticilerden de sadece bir çadır talebinde bulunuyorsa yöneticilerin bu talebi çok görmemeleri gerekmez mi?
Çadır kentleri bize villa tanıtır gibi tanıtmayı bırakın. Kadın ve erkeklerin seyyar tuvalet ve banyoları ortak kullandıkları bir mekândan bahsediyorum. Bu işi planlayanlardan hangisi hanımı tuvaletteyken tuvaletin kapısında bir yabancı erkeğin sıra beklemesinden rahatsız olmaz? Hangi organize edicinin, orta bir yere kondurulmuş bir banyoda kızı varken yabancı bir erkeğin sıra beklemesi zoruna gitmez. Vatandaşı istediği çadırı vererek kendi hâline bırakın da nereyi uygun buluyorsa oraya kursun çadırını. Dört başı mamur(!) çadır kentlerinizde size mutluluklar dileriz. Tabii bir tekiniz dahi o çadır kentlerde yaşıyorsanız...
Cevabını bir türlü bulamadığım bir sorum var. Hadi ilk günler ulaşamadınız. Peki, üzerinden bir ay geçmesine rağmen, tüm dünyadan çadırlar gelmesine rağmen ve şu anda çadır sıkıntısı yaşayan sadece dört şehir olmasına rağmen hâlâ insanlar bu soğuk günlerde bir çadırın hayâlini niye kurarlar?
Depreme maruz kalmayan şehirlerde küçük çaplı çadır üretimi yapılsaydı bile bu sorun bugün konuşulmuyor olacaktı.
Ölenler öldü. Bari yaşayanlara hayatı kolaylaştırın, zorlaştırmayın.
Ama her şeye rağmen güzel şeyler de olmuyor değil. Mesela, reklam panolarımız deprem öncesinde olduğu gibi cıvıl cıvıl. Büyükşehir belediye başkanı sağ olsun bizlere geçmiş olsun dileklerini bu panolar vasıtasıyla iletiyor. Keşke Kızılay'ın çadırına belediyenin amblemini yapıştıracaklarına "Geçmiş olsun" reklamlarına verdikleri parayla çadır diktirselerdi.
Başka bir güzellik de "Keşke"si olmayan bir başkanı var bu şehrin... Kur'an, bize peygamberlerin bile keşkeleri olduğunu haber verirken keşkesi olmayan bir başkana sahip olan bu şehir sevinmesin de ne yapsın?
Merhum Abdurrahim Karakoç'un "BÖYÜKLER BİLİR" şiiri bu yazıyı okuyan herkese armağan olsun. Google'ye şiirin ismini yazarsanız o sizi bulur.
Vesselam...