Hakan Ertürk

-Dost Mektupları-

Hakan Ertürk

İNSANI KORKUTAN, ÖLÜM MÜDÜR; AMELİ MİDİR?

Pazar akşamı Ebubekir ve Yasin'le birlikte Orduzu'da ikâmet eden Yakup kardeşimizin evine gitmiştik. Bir grup Müslüman gençle hasbihal ediyorduk. Bir ara telefonum çaldı. Hanifi abi arıyordu. Ortam müsait olmadığı için açamadım. İlerleyen saatlerde neyle karşılaşacağımı bilmeden, sohbetin sonlarında ölümden bahsettim. Özetle, her an gidebileceğimizi söyledim. Velhasıl, programımız bitti, dağıldık. Yolda Hanifi abiyi aradım. "Şaban abi ölmüş." demesin mi? İnna lillahi ve inna ileyhi raciun... Tevafuk bu ya, beş buçuk ay evvel Ramazan Hoca'nın vefat etmek üzere olduğu haberini de yine Hanifi abi vermişti. Gazeteciliğe bir ömür vermiş birinden ilk haberleri almak şaşırtıcı olmasa gerek. 

Şaban abi, 15 Temmuz gecesi iki kurşunla can veren güzel insan Ramazan Sarıkaya'nın ağabeyiydi. Senelerce Ramazan Sarıkaya abiyle çarşamba sohbetlerimiz oldu. Malatya'ya yerleştikten sonra bu defa da kader-i ilahî, yine çarşamba günleri Şaban abiyle bizi buluşturdu. Geçen çarşambanın son buluşmamız olacağını nereden bilebilirdim ki... 

Nevi şahsına münhasır biriydi. Öyle ki diz boyu karda, ayağında o meşhur mavi terliğiyle Ebuzerler Mescidine gelmişti. Fayans ustasıydı. Sohbetlere gelirken üstünü değişmez; tozlu, çamurlu iş elbisesiyle gelirdi. Arabasına binip de indiğinde üstünü silkelemeyen var mıydı bilmiyorum. Kendisine takılır "Abi, harcı arabanın içinde yapıyorsun galiba." derdik. O kadar doğaldı ki biz onu o hâliyle sevdik.

Şaban abi, yalnız yaşayıp yalnız öldü. Tek katlı evinin çatısında 15.01.2023 tarihinde çalışırken düşmüş. Malzeme çektiği vinç de üzerine düşmüş. Kim bilir kaç saat sonra bu vaziyette görmüşler... 
Daha dört gün önce birlikteydik. Hiçbir ölüm emaresi yoktu. Ölüm bir gelmeye görsün. Emare falan dinlemiyor. Alıp gidiyor tüm sevinçlerini, hüzünlerini, hayâllerini, ümitlerini... 

Bir ortama girdiğinde tek tek merhabalaşmaz, "Hepten iyisiniz inşallah." deyip kısa yoldan hâl hatır sorardı. Bu ifade aramızda o kadar meşhur oldu ki artık biz de kullanır olduk. 
Şaban abiyi bid'atlara, hurafelere, kişiyi şirke götürecek meselelere olan hassas karakteriyle tanıdık. Gel gör ki sağken reddettiği "telkin"  uygulamasına tabi tutulurken hiç sesi çıkmıyordu. Kabri başında bir münadinin, üçüncü gün mevlid yemeği olacağını söylemesi de eklenince bu uygulamaların Şaban abiye yapılan son bir şaka olduğunu düşündüm. İyi ki sizden sonrakilerin sizin üzerinizden giriştikleri birtakım saçmalıklardan dolayı Allah sizi sorumlu tutmuyor. Rabb'im, Şaban abiye rahmet etsin. Biz Müslümanların inancı odur ki Allah'ın rahmet ettiği kul, kurtulmuştur...

Şaban abinin vefat haberinin ardından gelen başka bir haberle, bir başka hastanın kritik durumundan dolayı hastaneye gitmiş, yoğun bakımın önünde âciz bir bekleyiş içine girmiştik. Güzel bir Müslüman olduğuna şahitlik ettiğim, dünya misafirliğinin henüz 48. yılını tamamlamış olan ve yoğun bakımda solunum cihazına bağlanan ablamızın da vefatı Şaban abininki gibi ani sayılırdı. On seneyi aşkın bir zaman önce eşini kaybetmiş, üç çocuğuyla kalakalmıştı. Sekiz on gün öncesine kadar ölümü kendisine yakıştıramadığımız ablamız, pazar gecesi son nefeslerini tüketiyordu. Ertesi gün Şaban abiyi öğle namazını müteakiben, ablamızı da ikindi namazını müteakiben defnettik. Dün kocasının kabri başında ağlayan ablamızın bugün kabri başında başkaları ağlıyordu. Rabb'im her ikisine de rahmet etsin. 

On gün önce bu iki güzel Müslüman'a "Dünya hayatında son on gününüz." denseydi ne onlar ciddiye alırdı bu sözü ne de bizler... Şimdi her ikisi de toprağın altında ve geride her ikisinin de yarım kalmış planları var. 

Peki, şimdi biri çıkıp bize "Dünya hayatında son on günün." dese ne derdik, ne hissederdik? "Ama benim bitiremediğim işlerim var."  mı derdik? "Geride küçük çocuklarım kaldı."  mı derdik? 
Değil para pul, ocakta yemeğin, makinede giysilerin, şarjda telefonun dahi kalsa artık senin için her şey bitmiştir. "Benim"  dediğin hiçbir şey artık senin değildir. Öyleyse sevgili dost, bizim zannettiğimiz her şeyi elimizden mühlet vermeden alan, ismimizi bile değiştirip bize "cenaze"  diye bir isim koyan ölüm bizi bulmadan Allah'ı memnun etme yollarına koyulalım. “El ne der?” düşüncesini de bir kenara bırakalım…

Öfkelendiğin yahut sevindiğin şeylere, kendine dert ettiğin için seni stres topuna çeviren meselelere şöyle bir bak. Kaç tanesi Allah için? En son Allah için ne zaman öfkelendin, en son Allah için ne zaman sevindin? Bu ve benzeri sorulara müspet cevaplar verebiliyorsak o vakit, ölümden korkmaya ne gerek var? Hâl böyleyse ölüm, bir kurtuluş ve ikramı bol Allah'ın nimetlerine kavuşmaya bir basamak olur. 

Kendilerinden yukarıda bahsettiğim iki güzel insandan eğer Allah razı olmuşsa var ya, ikisine dünyaya dönme hakkı tanınsa bile dönmek istemezler. Kim elindeki nimetleri bırakıp meşakkatlerle dolu bu dünyaya bir daha dönmek ister? Kur'an'daki şu nidayı işittikten sonra sen ister misin? 

"Şüphesiz, Rabb'imiz Allah'tır deyip sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin. Size vâdolunan cennetle sevinin, derler. Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız. Orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var ve istediğiniz her şey orada sizin için hazırdır. Gafûr ve rahîm olan Allah'ın ikramı olarak." (Fussilet 30,31,32)

Vesselam...
 

Yazarın Diğer Yazıları