RAMAZAN KESKİN HOCA VE ANILAR 12
Muhterem Dost,
Rasulullah’ın(sav) vefatından dolayı sahabenin yaşadığı hüznü, içine düştükleri boşluğu şimdi daha iyi anlıyorum. Hz. Ömer gibi sağlam iradeli birinin, Rasulullah’ın(sav) vefatıyla neden o hâle geldiğini, kendini kaybettiğini şimdi daha iyi anlıyorum. Bilal-i Habeşî’nin, seneler sonra okuduğu ezanın etkisiyle hem kendisinin hem de diğerlerinin yaşadığı özlemi ve hüznü de daha iyi anlıyorum. Hoca’m, yeri asla doldurulamaz bir kişilikti ve birçok insan, bunu Hoca’m vefat edince fark etti…
Hoca’mın tabutunun başında, kabrinin başında ve taziye çadırında konuşan birçok konuşmacı; Hoca’nın mirasına sahip çıkacaklarını, emanetini yerde bırakmayacaklarını söylediler. Hoca hakkında yazılan birçok köşe yazısında da aynı vurguyu gördüm, okudum. Ağız birliği etmişçesine Hoca’nın davasını sürdüreceklerini ileri süren bu Müslümanlar beni hayretler içinde bıraktılar. Zira, Hoca’m sağken bu kişilerin birçoğu Hoca’mın çok uzağındaydılar. Kendilerine haykırasım geldi. Madem Hoca’nın yolunda yürümeye bu kadar hevesliydiler, o zaman soruyorum kendilerine “Hoca sağken neredeydiler? Yolunda yürümek için, davasını sürdürmek için ölmesini mi beklediler?”
Hoca’nın son on iki yılına şahit olmuş biri olarak, hem de Hoca’yla özel muhabbetlerde bulunmuş biri olarak şunu çok net bir şekilde ifade edebilirim ki Hoca’m kırgındı. Yılların kırgınlığı vardı. Hep güçlü görünmeye çalışırdı. Oysa defalarca vefasızlığa uğramanın yorgunluğunu taşıyordu yüreğinde. Anlaşılamamaktan, yalnızlaştırılmaktan kaynaklı bir boşvermişlik vardı üzerinde.
Hoca’mın mirasına, emanetine sahip çıkacağını söyleyenlere bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. İki kişi var ki saygıyı ve değeri ziyadesiyle hak ediyorlar. Zira Hoca’m, bu iki kişiyi çok sevdi, çok değer verdi. Onlar da Hoca’mı çok sevdiler, kıymetini bildiler. Bunlardan biri, Hoca’nın ağabeyinin oğlu Abdullah Keskin; diğeri de Hoca’nın ablasının oğlu Ebubekir’dir.
Her ikisi de dağ gibi durdular Hoca’mın ardında. Biri, Hz. Osman misali hiç esirgemedi maddî desteğini. Diğeri, Enes bin Malik misali Hoca’ya hizmeti kendine vazife bildi. Hoca’m dile gelse de konuşsa kanaatim odur ki en çok bu iki Müslüman’dan razı olur. Allah da kendilerinden razı olsun.
Bu iki Müslüman, ayakları kaymadığı müddetçe kendilerine bakıldığında bizlere Hoca’mızı hatırlatacaklar. Rabb’im bu yolda ayaklarına sebat versin.
Hoca’nın çocuklarının yüzleri ak olsun. Hoca’nın bir talimatıyla sohbetlerimizde bize az hizmet etmediler. Babalarına saygıda kusur ettiklerine ben şahit olmadım. Öyle bir babanın evlatları olma şuuruyla ve sorumluluğuyla ömürlerini geçireceklerini umuyorum. Rabb’im cennette babalarına ve analarına komşu eylesin.
Evet, kıymetli dost. Ramazan Keskin Hoca’mız üzerine gerçekleştirdiğimiz hasbihalimizin sonuna yaklaşmış bulunmaktayız. Masa başında oturmayı, kitaplar yazmayı, akademik bir dil ile ahkâm kesmeyi bir kenara itip halkın içinde kalmayı, hayatın gerçekleriyle konuşmayı, insanın ve toplumun yarasına merhem olmayı vazife addeden; bunu da şahidiz ki Allah için yapan kerim bir yürekten, keskin bir hatipten, zarif bir âlimden bahsettik.
O, hiç kitap yazmadı ama kitaplara konu oldu. Belki bundan sonraki süreçte mücadelesi ve mücadele tarzı akademik çalışmalara, tezlere de konu olacak.
Sohbet akşamlarımız, Allah’ı andığımız konutlarımız, yolculuklarımız, zirvesinde secdeye vardığımız dağlarımız şahit olsun ki o âbid bir kuldu.
Yanan yüreğim, yaşaran gözlerim, soluğumu kesen düğüm şahit olsun ki ben onu çok sevdim… Ve onu çok özlüyorum…
Rabb’imden onun için de kendim için de merhamet diliyorum. Kimseyi temize çıkarmıyorum. Ne nefsimi ne Hoca’mı… Rabb’imin affına sığınıyorum. O Rab ki O’nun merhameti sonsuzdur.
Rabb’im, Hoca’mızı Firdevs cennetiyle rızıklandırsın. Bizim canlarımızı da ancak Müslüman olarak alsın.
Vesselam…