RAMAZAN KESKİN HOCA VE ANILAR 9
Onun kadar taziyeye, düğüne giden; onun kadar insanlar arasındaki problemleri çözen kaç âlim vardır merak ediyorum doğrusu. Hoca’m toplumun tam göbeğindeydi. Topluma uzak değildi. Toplumun içindeydi ama toplumun çok çok üstünde ilmî donanımıyla toplumdan beriydi. Tek katlı mütevazı evinin küçücük odasının her tarafı kitaplarla doluydu. İyi bir okuyucuydu.
Ayrıca medresesinde bir hayli kitap vardı. Medrese ve kitap deyince aklıma geldi. Bir gün Hoca, ben ve Kürşat medresedeyiz. Kürşat raftaki kitapları inceliyor. Bir ara bir kitabı raftan çekip aldı ve “Hoca’m bu kitabı okumak için alabilir miyim?” dedi. Hoca: “Alamazsın.” demesin mi? Hoca gayet ciddiydi, Kürşat ise neye uğradığını şaşırmıştı. Beni sorarsan tabii ki gülüyordum. Hoca’m niye öyle bir tepki verdi bilemiyorum ama kitabı esirgediğinden değildi. Çünkü başka bir gün aynı raflarda hem bana hem Kürşat’a bazı kitapları çıkarıp hediye etmişti.
Hoca’m çok dakikti. Bir yere gitmek için sözleştiğimizde saati genelde küsuratlı söylerdi. Mesela 11.00 yerine 10. 58 derdi. Dediği vakitte de hazır olurdu. Birlikte o kadar yere gittik, kendisini neredeyse hiç beklemedim. Zaten çoğunlukla ben değil, o beklerdi beni.
Bilmeyen çoktur. Koronavirüs sebebiyle Ramazan ayı boyunca camiler kapalı kalıp teravih namazları kılınmadığı günlerde Hoca’mın arkasında, medresesinde teravih namazları kıldık. Bir gün Hoca’nın yeğeni Erdoğan Usta beni aradı. Hoca’yla birlikte teravih kıldıklarını, Hoca’nın ben ve Kürşat’ı sorup durduğunu söyledi. O ana kadar teravih kıldıklarından haberimiz yoktu. Telefonu kapatınca Kürşat’ı aradım ve sonraki akşamlar genel olarak teravihlere katıldık. Bayram namazı da yasaktı. Bayram sabahı yine medresedeydik. Namazın ardından güzel bir kahvaltı ikramı olmuştu. Yaşanılanlar, üzerinden zaman geçtikçe daha bir anlamlı oluyor. Demlendikçe güzelleşiyor. Ah bir de hüzünlendirmese…
Hoca’mın son bayramı olan geçtiğimiz Kurban Bayramı’nın birinci gününde arkadaşlarla evinde ziyaret etmiştik. Hangimiz bilebilirdik ki o gün, evindeki son gündü. Ertesi gün ailece Ebuzerler Mescidine gitmişlerdi. Dönüşte de hastanelik olmuştu… Ve sonra…
O ziyaretimizde “Hoca’m, Medine Mescidinde galiba ilk defa bayram namazı kıldıramadınız.” demiştim, “Evet, ilk defa.” demişti. Hoca, onlarca sene kimseden bir tek kuruş almadan Medine Mescidinde davet çalışmalarını yürüttü. Bu yolda çok yalnız kaldı ama o vazgeçmedi. Ta ki hastalığı bedenine mâni olana dek...
Hoca’mla sohbetlere başladığımız ilk yıllarda bir gün hızlı bir arkadaş Hoca’ya, “İslam adına bir şeyler yapalım. Bir mücadele verelim.” gibisinden bir şeyler söyleyince Hoca’m dedi ki: “Malınızla ve canınızla bu davaya hizmet etmeye söz verebilir misiniz?” Kısa bir sessizliğin ardından sessizliği Kürşat bozdu. “Ben söz veremem Hoca’m. Bu söylediğiniz şey, ağır bir şey ve ben bunu kaldırabileceğimden emin değilim.” Hoca, döndü Kürşat’a dedi ki: “Seni tebrik ederim. Daha yolun başında, yapamayacağın bir şeyin sözünü vermedin.” Hoca, hayâlci değil gerçekçiydi. Onun da hayâlleri vardı tabii ki fakat onun hayâllerinin ayakları yere değiyordu.
Hoca’mız her türlü fikre öyle açıktı ki onun yanında hiç çekinmeden konuşurduk. Kendisini dahi yüzüne karşı eleştirdiğimiz zamanlar oldu. Düşüncelerini kabul etmediğimiz günler oldu fakat hiçbir zaman kendisinden farklı düşündük diye ne alındı ne gücendi ne darıldı ne kızdı… Karşılıklı olarak düşüncelerimizi rahatça ifade ederdik.
Bir hocayı 40-50 dakika dinlediğimde usanmaya başlıyorum ve bir daraltı kuşatıyor yüreğimi. Ramazan Hoca’yla olan sohbetlerimiz ise en az iki saat olurdu. Zamanın nasıl geçtiğini anlamazdım. Bunda, Hoca’nın hitabetinin yanında bizi sohbete aktif olarak katmasının payı büyüktür. Hoca, sohbette bulunan herkesin konuşmasını isterdi. Konuşan kişi çok basit şeyler de söylese Hoca, konuşanın çok mühim bir şey söylemiş gibi hissetmesini sağlardı. Başkasını bilmem ama bu metot beni çok geliştirdi.
Saatlerce ilmî, fikrî ve siyasî muhabbetler ederdik. Sona geldiğimizde Hoca’m neredeyse her sohbetin sonunda söylediği o meşhur sözünü söylerdi: “Meselelerimizi bir gecede hâlledemeyiz. Sabaha kadar da otursak bitmez. Bu nedenle bu akşamlık bu kadar yeter.” der ve bir duayla geceyi bitirirdi.
(Devam edecek inşallah)