RAMAZAN KESKİN HOCA VE ANILAR 8
Kıymetli Dost,
Onun gibi paraya değer vermeyen ikinci bir hoca tanımadım. Zengin değildi ama cömertti. Parayı elinde tuttuğunu hiç görmedim. Zaman zaman bize de şaka yollu takılır “Ne yapacaksınız parayı?” derdi. Cuma namazı çıkışlarında nasıl para dağıttığından bahsetmiştim. Sıra kendisine geldiğindeyse sadece şu iki sembol niteliğindeki eşyasından bahsedeyim, gerisini sen anla: Ceketi ve kazağı.
Bir insan ancak bu kadar mütevazı giyinir. Çok ciddi ortamlara giderdi. Mühim mevkilerde bulunan kimselerle muhatap olurdu fakat giysileri pek değişmezdi. Hele o kazağı ve ceketi…
En çok da bunun için sevdim Hoca’mı. Ben olsam o kazağı ve ceketi götürür Ebuzerler Mescidinde görünür bir yere asardım. Her gelen görsün ve bilsin ki ölüm geldiği vakit en sevdiğiniz elbiseleri de ardınızda bırakacaksınız, en sıradan olanları da… Yiğit odur ki kendini elbiseye esir etmeye…
Hoca’m anlattıklarını yaşayan biriydi. Bizim gibi değildi. Ben atandığımın ilk senesinde idealist takılıp az elbiseye sahip olmaya çalıştım. Bir tane takım elbisem vardı. Onunla giderdim okula. Her gün, her hafta üzerimde aynı elbiseyi gören öğrencilerimden biri bir gün arkadaşlarının içinde demesin mi “Hoca’m sizin başka takım elbiseniz yok mu?” Sadece bir iki ay dayanabildim ve gidip bir takım elbise daha aldım. Sonra bir tane daha… Demek ki iradesi zayıf biriymişim. Hoca’m ise aşmıştı bu tür şeyleri. O ceket ve kazağı şahit olsun tevazusuna, güzel kulluğuna…
Evlatlarına karşı bir hususta mahcubiyet duyduğunu söylemişti. Birlikte olduğumuz bir gün, taa gençlik yıllarından tanıdığı bir arkadaşını gördü. Lüks sayılabilecek bir aracı vardı. Arkadaşı gidince dedi ki: “Biz, bir zamanlar İslamî düzen için mücadele verdik. Eğer İslam gelirse zaten hepimizin evi, arabası olacaktı. Herkes rahat bir hayat yaşayacaktı. Bu sebeple dünyalık peşinden koşmayıp mücadele verdik. Çocuklarım için de dünyalık biriktirmeyi hiç düşünmedim. Neticede İslamî düzeni getiremedik ama gördüm ki benim arkadaşlarım, biz mücadele verirken onlar bir yandan dünyalık adına bir şeyler biriktirmişler. Meğer bir ahmak bizmişiz. Çocuklarıma karşı bu hususta mahcubum.”
Mücadele demişken sana Hoca’mın “Barış Platformu”nda yaptığı konuşmadan bir kesit aktarayım. Çocuklarına dünyalık bırakmadı ama bir duruş bıraktı. Müslümanca bir duruş... İşte "Barış Platformu"ndaki Ramazan Keskin duruşu:
Bir gün bana bir programdan bahsetti ve “Müsaitsen birlikte gidelim.” dedi. Öğretmenevinde farklı dinî ve siyasî görüşlere sahip kanaat önderleri, gazeteciler, dernek yetkilileri bir araya gelmişti.
Barış Platformu adı altında bir çalıştaydı bu. Sırayla herkes söz alıp konuştu. Bir ara, konuşmalarından İslam ve Müslüman düşmanı olduğunu çıkardığım bir bayan söz aldı. Başladı kendince Müslümanların yanlışlarını sıralamaya. Konuşması bitince Hoca’m söz istedi ve on numara bir konuşma yaptı. Konuşmasının bir yerinde dedi ki: “Nasıl ki Hindu olmayan birinin, bir Hindu’nun nasıl ibadet edeceğine karışma hakkı yoksa, nasıl ki Mecusi olmayan birinin, bir Mecusi’nin uygulamalarına müdahale etme hakkı olamazsa, nasıl ki Hristiyan olmayan birinin, bir Hristiyan’a doğru ibadet şekillerini öğretme hakkı yoksa, nasıl ki Yahudi olmayan birinin, bir Yahudi’nin ibadetlerini eleştirme hakkı yoksa, Müslüman olmayan birinin de Müslümanların uygulamalarını eleştirme hakkı yoktur.”
Bu sözler, yüreğime buz serpmişti. Bayana baktım, başı öne eğikti. Hadsizlik edenin başını böyle eğerler. Alnı öpülesi Hoca’m, İslam’ın izzetini ve Müslümanların şerefini muhafaza etmişti. O, İslam’ın sağlam bir muhafızıydı. Rabb’im de onu kabir sıkıntılarından muhafaza eylesin.
(Devam edecek inşallah)