YÖNETİCİ VAR, İSRAF EDER; YÖNETİCİ VAR, İHYA EDER
Ömer bin Abdulaziz, yönetici olarak göreve başlar başlamaz ilk icraatı, israfa el atmak olur. Der ki: “Mademki ben bu işe getirildim, işe önce kendimden başlamak zorundayım.”
Böylece Ömer bin Abdulaziz, kendinden evvelki yöneticilerin kendisine vermiş oldukları ne kadar arazi varsa hepsini elinden çıkarır. Sadece kendi imkânlarıyla elde ettiği bir arazisini elinde tutar. Bu araziden gelen kazançla geçinir ve hazineden maaş da almaz. Niye maaş almadığını soranlara “Benim kazancım bana yeter.” diye cevap verir.
Ömer bin Abdulaziz, kendinden sonra eşi Fatma’ya(Abdulmelik bin Mervan’ın kızı) yönelir. Eşinin yanında eşsiz bir mücevher taş bulunmaktadır ve bunu ona halifeliği sırasında babası vermiştir. Ömer bin Abdulaziz, eşine der ki: “Ya o mücevheri devlet hazinesine bırakırsın ya da ayrılırız. Zira kendimle o değerli taşın aynı evde olmasını hoş görmüyorum.”
Hani zaman zaman eşler birbirleriyle restleşirler ve “ya … ya …” derler. Şimdi bir o restleşmelerin bayağılığına bak, bir de Ömer bin Abdulaziz’in ulvî çıkışına bak…
Ömer bin Abdulaziz, sonra saray çevresinden başlayarak israfı önleme politikalarına titizlikle devam eder. Öyle ki Yahya bin Sad şöyle diyor: “Ömer bin Abdulaziz, Afrika bölgesindeki zekâtı almakla beni görevlendirdi. Ben de zekâtı tahsil ettim ve o bölgedeki fakirlere dağıtmak istedim fakat orada hiçbir fakir bulamadım. Gelip bizden alan da olmadı. Çünkü Ömer bin Abdulaziz, gerçekten insanları ihtiyaçları açısından doyurmuştu.”
Değerli Dost,
Günümüzde insanların en büyük mücadelesi geçim derdiyledir. Kanaatimce bunun en büyük sebebi israftır. İsrafın büyüğü de yönetilenlerin değil, yönetenlerin eliyle yapılmaktadır.
Ömer bin Abdulaziz, şehri boydan boya işgal eden billboardlara halkın hiçbir faydasına olmayan lüzumsuz afişler yapıştırmadı.
Ömer bin Abdulaziz, kendi reklamı için toplantılar, konserler, festivaller tertip edip belediye gelirlerini buralara akıtmadı.
Ömer bin Abdulaziz, bir lider olarak gittiği her yere koruma ordusuyla hatta başka şehirlerden takviye polis gücüyle gitmedi.
Ömer bin Abdulaziz, halkı düşük düzeyde bir maaşla ay sonunu getirmeye çalışırken kendisi çeşit çeşit yiyeceklerin süslediği sofralar kurdurmadı.
Ömer bin Abdulaziz, kendisi keyfinden taviz vermezken vatandaşını ağır vergilere mahkûm edip sonra da onlara kemer sıkmayı telkin etmedi.
Ömer bin Abdulaziz, şehrin zenginlerine her türlü kolaylığı sağlayıp işlerini hızlıca görecekleri bir belediyecilik anlayışı geliştirirken parası ve adamı olmayan vatandaşın işini yokuşa sürmedi. Onları yüklü işlem ücretleriyle bezdirmedi.
Ömer bin Abdulaziz, büyük yatırımcıları ciddi denetimlerden uzak tutup kanun ve kuralları küçük esnafın başının üstünde Demoklesin kılıcı gibi tutarak onların ümüğünü sıkmadı.
Ömer bin Abdulaziz, “Halka hizmet, Hakk’a hizmettir.” anlayışıyla gelip halkı kendine hizmet ettirmedi. Yönetime geldikten sonra servetine servet eklemedi. Kendisi zenginleşmediği gibi yakın çevresi de ihalelerle zenginleşmedi. “Benim kazancım bana yeter.” diyerek halka hizmet nasıl olurmuş gösterdi.
Velhasıl, Ömer bin Abdulaziz israfla mücadele etti. Bu mücadeleye en başta kendinden ve eşinden girişti. O da bir yöneticiydi ama halkını ihya etti, böylece gönüllerde yer etti. Halkının bedduasını almadan gitti.
Kıymetli dostum, şunu asla unutma: Tarihin güzel bir yanı vardır. İhya edenleri de israf edenleri de unutmaz, unutturmaz. Merhum Sezai KARAKOÇ ne güzel demiş:
“Onlar sanıyorlar ki biz sussak mesele kalmayacak. Hâlbuki biz sussak tarih susmayacak. Tarih sussa hakikat susmayacak. Onlar sanıyorlar ki bizden kurtulsalar mesele kalmayacak. Hâlbuki bizden kurtulsalar vicdan azabından kurtulamayacaklar. Vicdan azabından kurtulsalar tarihin azabından kurtulamayacaklar.
Vesselam…