Hakan Ertürk

Dost Mektupları

Hakan Ertürk

ÇÖZÜM İSTEYENLERE ALİYA’DAN REÇETE-3

Aliya, kendisine muhalif olan bir dergiye verdiği bir röportajda, partisinin dine dayalı siyasî bir radikallik içine girme tehlikesiyle ilgili sorulan bir soruya şu cevabı verir:

“İslam, Bosna’da özgürce yaşanabildiği sürece partimizin radikalleşmesi diye bir şey söz konusu olmayacaktır. Şurada ya da burada çeşitli radikalleşme çabaları yaşanacak ancak bunlar bireysel kalacaktır. Her milletin, her devletin içinde radikal unsurlar vardır. Bunda olağanüstü bir şey yoktur.”

Röportajı yapan şahıs, Aliya’nın bu cevabından tatmin olmamış olacak ki şöyle bir soru ile kendince Aliya’yı köşeye sıkıştırmaya çalışır: “Peki, Vehhabî mezhebinden kimseler ya da Taliban hareketine sempati duyanlar hakkında ne düşünüyorsunuz?”

Aliya bu soruyu şöyle cevaplar: “Benim İslam anlayışımın onlarınkinden farklı olduğu ortadadır. Tabii, Bosna’da ne kadar Vehhabî olduğunu bilmiyorum. Varsa da izin verilmiş yöntemleri kullandıkları, yani sözleriyle kendilerini ifade ettikleri sürece yaptıkları yasaldır. Burası özgür bir ülkedir. Eğer siz, canınızın istediği her şeyi yazıyor ve söyleyebiliyorsanız onlar da neden aynı şeyi yapamasın ki? Eğer bu insanlar, kendi fikirlerini güç kullanarak ya da şiddete başvurarak başkalarına kabul ettirmeye çalışırlarsa, otoriteler ancak o zaman devreye girer.”

Aliya, demokrasi anlayışını şu şekilde ifade eder: “Allah’ın, insanları özgür ve eşit olarak yarattığına; herhangi bir ırkın diğerinden üstün olmadığı gibi, herhangi bir milletin de diğerinden iyi veya kötü olmadığına inanıyorum. İnsanların devredilemez haklarla doğduğuna, herhangi bir otoritenin insanları bu haklardan mahrum bırakma hakkının olmadığına inanıyorum. Çoğunluğun sınırsız gücüne ise inanmıyorum. Özgürlüğün ölçüsü, azınlıklara nasıl davranıldığıdır ve insanların farklı düşünebilme özgürlüğünden önce, düşünce özgürlüğüne sahip olması gerekir. İşte benim demokrasi anlayışımın kısa özeti budur.”

Basın özgürlüğüne dair yaptığı bir açıklamada Aliya, gazetecilerin yalanlarını ve abartılarını basın özgürlüğünün kaçınılmaz bir sonucu olarak değerlendirir. Bu sorunun çözümüne yönelik de şöyle bir çözüm önerisi getirir: “Demokratik bir devlette, yalan söylemeye azmetmiş gazetecileri iyileştirmek için yapılabilecek bir şey yoktur. Şayet insanları bilinçlendirip eğitim seviyelerini yükseltebilirseniz, insanlar doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden kendileri ayırabilir. Bunu da siyaset yoluyla değil, kültür yoluyla yapabilirsiniz. Zor iştir bu. Zaman ister ama tek yol da budur. Şimdiye kadar kimse bundan daha iyi bir fikir ortaya atamamıştır.”

İnsanları kutuplaştırmanın, ötekileştirmenin en etkili yolu olan milliyetçilik anlayışı ile ilgili de Aliya’nın bizlere söyleyeceği bir çift sözü var:

“Bilgisiz kimselerin zihinlerinde kargaşa yaratmak için başvurulacak ilk ve en etkili yol, “millî” olanla “milliyetçi” olan arasındaki farkı gözden kaçırmaktır. Aslında bu fark, bazen sevgi ve nefret arasındaki fark kadar büyük olabilir. Millî duyguları olan bir insan, kendi halkını sever. Onların kusurlarını da erdemlerini de kendi üstünde taşır. Bir milliyetçi ise kendi halkını sevmekten çok, başkalarından nefret eder. Daha da önemlisi, uygulamada, başkalarının mülkü olan şeyi ister. Başkalarına ait farklılıkları boğar. Hoşgörüsüzdür, fiziksel baskı uygular. Kendisine ait olanı savunmaz, kendisine ait olmayanı ister. Aşırı milliyetçiliğin özünde Allah’a inanç yoktur. Dünyanın bütün büyük dinleri, şu basit hakîkati öğretmeye çalışır: Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi sen de başkasına yapma. Ya da öyle hareket et ki davranışların herkes için geçerli olsun. Ne sana göre değişsin ne de başkalarına göre.”

Aliya, bir konuşmasını, bir şairin şu veciz sözüyle bitirir. Kadim dostum, müsaaden olursa Aliya’dan güzellikler paylaştığım mektup dizimi ben de aynı sözle tamamlayayım:

“Her şeye kâdir olan Allah’a yemin ederim ki KÖLE OLMAYACAĞIZ.”

Allah azze ve celle, Aliya İzzetbegoviç’e rahmet etsin.

Vesselam…

Yazarın Diğer Yazıları