Hakan Ertürk

Dost Mektupları

Hakan Ertürk

ALİYA'DAN DEVAM

(Bir önceki mektubun devamı)

20 Ağustos 1983 tarihinde Aliya İzzetbegoviç ve arkadaşları, “düşüncelerinden dolayı” cezalandırıldılar. Aliya, cezaların okunduğu o anları şu cümlelerle ifade ediyor:

“Yargıç ayağa kalkmamızı söyledi. Bütün kameraların ışıkları yüzüme çevrildi. Ve ardından şu geldi: “… ve bundan dolayı aşağıdaki cezalara mahkûm olmuşlardır: Sanık İzzetbegoviç Aliya 14 yıl hapse …” Kalbim çarpıyordu ama başımı dik tuttum ve aldırmaz bir tavır takındım. Kamera uğradığım şoku kaydetmek için oradaydı ama kaydedebildiği tek şey benim tavana bakışım oldu.”

Muhterem Dost,

Bir hususa açıklık getirmeyi yararlı ve gerekli görüyorum. Bu yazdıklarımı sırf tarihî bir vakıayı aktarmak adına paylaşmıyorum. İnan bana, en alt tabakadan en üsttekilere kadar toplumun her kesiminden her ferdin Aliya’dan alması gereken dersler olduğunu düşünüyorum. İşte bunun içindir ki onun sözlerini ve fiillerini önemsiyorum ve seninle paylaşmayı elzem görüyorum.

Aliya’nın, mahkemenin kararlarına ve bu kararlar bağlamında mevcut rejime yönelik yaptığı açıklamalar ise çerçevelenip en mühim noktalara asılası niteliktedir. Diyor ki Aliya:

“Güçlü rejimler, insanları söyledikleri sözler nedeniyle mahkûm etmezler. Sadece zayıf olanlar korkarlar ve varoluş sürelerini uzatabilme çabası içinde şiddete başvururlar.

Halka gelince, onlar siyasî mahkûmları çoğunlukla kendi bencil nedenlerinden dolayı suçlu kabul ederler. Bu bir tür savunma mekanizmasıdır. Çünkü eğer masum bir insan, yasalar göz ardı edilerek mahkûm edilmişse, bu konu üzerinde tefekkür eden kişi, artık kendini güvende hissedemez.

Kanıt yokluğunda, ağır cezanın kendisi suçun kanıtı hâline gelir. Çünkü sokaktaki insan şöyle akıl yürütür: “Eğer suçlu olmasaydı 15 yıl değil, iki bilemedin üç yıl yerdi.” Açık ve kat’i suç kanıtlarının yokluğunda, hafif bir cezanın kendisi şüphe doğurur ve yetkililerin bile kendilerinden emin olmadıklarını gösterir. Sert bir cezanın verilmesi durumunda bu tür şüpheler izale edilmiş olur.”

1 Şubat 1987 sabahı beklenmedik bir şey olur. Aliya’nın kızları Leyla ve Sabina, babalarını ziyarete gelirler. Tabii bunda şaşılacak bir durum yok. Ama dersem ki kızların yanında bir de babalarını özgürlüğe taşıyacak ehemmiyete sahip bir de dilekçe vardı, işte bu şaşılası bir durum olur. Evet, üst düzey yetkililer Aliya’nın çocuklarını babalarına gönderirler. Şayet Aliya, pişmanlık ifadelerine ve rejim hakkında birtakım hoş sözlere yer verilen bir af dilekçesini imzalarsa serbest bırakılacaktır. Dilekçe hazır bir vaziyette kızları tarafından babalarına sunulur. Babalarının hürriyete kavuşması ve el ele verip babalarıyla birlikte evlerinin yolunu tutmaları tek bir imzaya bakmaktadır. Bundan sebep kızlar sevinçlidir. Dilekçe Aliya’ya uzatılır. Aliya dilekçeyi okur ama İMZALAMAZ. Önünde yatması gereken bir beş yıl daha vardır…

Takriben 22 ay sonra hapishane yönetimi çağırır Aliya’yı. Hiç umulmayan bir şey olur ve Aliya’ya, cumhurbaşkanı tarafından affedildiği bildirilir. O gün tutukluluğunun 2075. günüdür…

Gün gelir, Aliya cumhurbaşkanı olur ve kendisine bu zulmü reva görenlere bir misillemede bulunulup bulunulmayacağı sorulur. Herhangi bir misilleme olmayacağını söyler ve  dediği gibi de yapar. Kendisini ve arkadaşlarını senelere mahkûm edenler, hayatlarını normal bir şekilde sürdürüp görevlerini yapmaya devam ederler. Aliya, kendisinden bir ders daha alacağımız şu ifadeyi kullanır: “BİR POLİTİKACI OLARAK ONLARI AFFETTİM AMA BİR İNSAN OLARAK DEĞİL.”

Vesselam…

Yorumlar 2
Hakan Ertürk 20 Şubat 2021 12:43

Teşekkür ederim Gökhan Hoca'm.

Gökhan Koç 20 Şubat 2021 08:09

Yazılanların pekişmesi için TRT nin 6 bölümlük ALİJA dizisi izlenebilir...

Yazarın Diğer Yazıları