Hakan Ertürk

Dost Mektupları

Hakan Ertürk

EDİSON VE KALP TEMİZLİĞİ

Abdullah, baş başa kaldıkları bir yürüyüş sırasında, aralarındaki samimiyete binaen arkadaşını uyarma gereği duymuştu. Arkadaşından ise şöyle bir cevap almıştı:

* Benim kalbim temiz. Evet, Allah’ın “Yap” dediği bazı şeyleri yapmadığım doğrudur. Allah’ın “Yapma” dediği bazı şeyleri yaptığım da doğrudur. Lakin kalp temizliği bakımından birçok kişiden daha iyi olduğumu düşünüyorum.

Arkadaşının bu cevabı karşısında Abdullah bir süre duraksadı. Başını semaya çevirdi, mavi göğün altında süzülen bulutları seyretti. Sonra başını, önlerindeki yolu sağlı sollu süsleyen kavak ağaçlarına çevirdi. Gördüklerinin her biri birer ayetti. Kısa bir müddet bu ayetleri okudu. Ardından arkadaşına bir kıssa ile cevap vermeyi uygun buldu. Arkadaşının kendisini dinlemeye hazır olduğuna kani olunca başladı anlatmaya:

* Gerçekte yaşandığı söylenen bir olayı seninle paylaşayım.

Sene 1960’ların sonu. Silopi ilçe kaymakamı, ilçe jandarma komutanı (yüzbaşı), hâkimi, savcısı ve doktoru sohbet ederken mevzu elektriğe, oradan da Edison'a gelir.

Kaymakam:

* Bana göre Edison'un yeri cennettir. Onun icat ettiği elektrik; yolları, evleri aydınlatıyor.

Hemen Yüzbaşı söz alır:

* Tabii ki cennette girecek. Camiler ışıl ışıl. İsteyen bu ışık altında Kur'an da okuyabilir.

Bu tartışma devam ederken Doktor:

* Gelin, Cizre'ye gidelim. Orada bir müftü var. Çok âlimmiş. Ona soralım, der.

Fikir kabul görür ve giderler Cizre'ye. Kendilerini tanıtırlar. Oturur oturmaz Hâkim:

* Müftü Bey bir sorumuz var. Acaba elektriğin mucidi Edison, cennete mi girer yoksa cehenneme mi, derken Müftü sözünü keser:

* Hele bir kahve içelim konuşuruz. İçeriden kahveler gelinceye kadar bir tanışma faslı olur. Bu fasıldan sonra Müftü, döner Yüzbaşı’ya:

*Yüzbaşı’m, Habur Gümrük Kapısı’nda bir askeri birliğiniz var mı?

Yüzbaşı:

* Var, der. Müftü devam eder:

* Edison, Irak'tan Türkiye'ye geçecek. Köprünün üzerinde sizin nöbetçi asker ondan pasaport ister. Edison kimliğini gösterir ve der ki “Ben elektrik mucidiyim. Dünya beni tanır. Pasaporta ne gerek var?” deyince asker: “Kanun bu, geçemezsin.” der.

Yüzbaşı:

*Hem pasaportu yok hem de askere hakaret ediyor. Pasaportsuz tabii ki geçemez.

Abdullah, hikâyenin tam burasında durur. Arkadaşına döner, gözlerinin içine bakarken hafif bir tebessümle devam eder:

* Müftü oradakilere dönerek: “Edison, Irak'tan Türkiye'ye pasaportsuz giremiyor da cennete nasıl pasaportsuz girer.” diyerek lafı gediğine oturtur.

Arkadaşının sükûta büründüğünü gören Abdullah, arkadaşını incitmeyecek ama hakikatten de taviz vermeyecek güzel bir üslup takınarak konuşmasına devam eder:

* Kabın içinde ne varsa dışına da o taşar. Kanalizasyon çukurundan pislik, gül bahçesinden ise gül kokuları yayılır etrafa. Bizler Allah’ın kullarıyız ve O’nun emirlerine amadeyiz. O, bir meselede hüküm verdiyse, inananlara düşen bu hükmü uygulamaya dökmek olmalıdır. Bırak yakın çevreni, tüm dünya insanları için faydalı işlerde bulunsan bile, şayet Allah’ın emir ve yasaklarına uymayarak hafife alırsan kaybedenlerden olursun. Biz, bize düşeni yapma gayreti içinde olmalı ve Kur’an ifadesiyle Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis, aşırı şekilde kötülüğü emreder.” demeliyiz/diyebilmeliyiz. Daha geçenlerde “Kalbim temiz” diyen birinin sırtını toprağa verdik, üstünü de toprakla örttük. Keyfi olarak ve üşendiği için yapmadığı birçok kulluk vazifesinin üzerini kalp temizliği perdesiyle örten bu kişiyi şimdi daracık ve karanlık bir kabir örtmekte. Ve unutmayalım ki sıra hızla bize gelmekte…

Yazarın Diğer Yazıları